Siyasi Amaçlı Boykotlar ve Türk Hukukunda Değerlendirilmesi
Boykot Ne Demek?
Boykot, bir kişi veya kitlenin protesto amacıyla belirli ürünleri veya hizmetleri satın almama eylemidir.
“Boycott” kelimesi, adını 1880 yılında İrlanda’nın County Mayo bölgesinde yaşayan İngiliz toprak yöneticisi Captain Charles Boycott’tan alır. Kendisi, İrlandalı kiracıların kira indirimi taleplerini reddedince, İrlanda Ulusal Arazi Ligi tarafından sosyal ve ekonomik tecrit ile cezalandırıldı: köylüler onunla konuşmadı, tarlaları boş bıraktı, dükkânlar hizmet vermedi. Bu organize dışlama biçimi, o günden sonra “boykot” olarak anılmaya başlandı (Oxford English Dictionary, OED, s.v. boycott).

Günümüzde özellikle siyasi saiklerle, bir ülkenin politikalarını veya bir şirketin tutumunu protesto etmek için ekonomik boykotlar yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Türkiye’de de son dönemde muhalefetin hayat pahalılığına dikkat çekmek amacıyla yaptığı bir günlük tüketim boykotu çağrısı gündem olmuş, bu çağrı iktidar tarafından “ekonomiye sabotaj” olarak nitelendirilip yargıya taşınmıştır (Boykot çağrılarına ilişkin resen soruşturma başlatıldı).
Örneğin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, sosyal medyadaki boykot çağrılarıyla ilgili “nefret ve ayrımcılık” ile “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlarından resen soruşturma başlattığını duyurmuştur.
Buna karşılık bazı çevreler, boykotun bir suç değil, halkın anayasal haklarını kullanma biçimi olduğunu vurgulamaktadır.
Anayasal Çerçeve: İfade, Örgütlenme ve Ekonomik Özgürlükler
1982 Anayasası boykot kavramına açıkça değinmese de, boykot çağrıları ve uygulamaları birden fazla temel hak ile yakından ilişkilidir. Öncelikle ifade özgürlüğü (AY m.26) kapsamında, bireylerin siyasi görüşlerini açıklama ve protesto amacıyla çağrılar yapma hakkı bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi de ifade özgürlüğünün “rahatsız edici veya şok edici fikirleri” de kapsadığını sık sık vurgulamaktadır.
Boykot girişimleri aynı zamanda örgütlenme özgürlüğü (AY m.33) ve toplantı gösteri yürüyüşü hakkı (AY m.34) ile de ilişkilidir. Bir boykot genellikle kolektif bir irade ve çağrı ile ortaya çıktığından, bireylerin bir araya gelerek bir amaç etrafında birleşmesini gerektirir. Bu da dernek kurma, sendika faaliyetinde bulunma veya sosyal medya gibi mecralarda organize olma özgürlüklerini ilgilendirir.
Örneğin bir sendikanın, haksız işten çıkarmalara tepki olarak şirket ürünlerini almama çağrısı, sendikal örgütlenme hakkının bir parçası sayılabilir.
Boykot çağrıları, vatandaşların mal veya hizmet satın almama yönünde tercih kullanmalarıyla ilgilidir ve bu tercih, başkalarının ekonomik özgürlüklerini otomatik olarak ihlal etmez. Anayasa’nın 48. maddesi, çalışma ve sözleşme özgürlüğünü güvence altına alırken, tüketicilerin de tercih hakkını korur. Devletin piyasayı düzenleme görevi olsa da, bu görev bireylerin ifade ve protesto haklarını ortadan kaldıramaz. Anayasa Mahkemesi’ne göre, ifade özgürlüğüne müdahale ancak demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü ise meşrudur. Bu nedenle, siyasi amaçlı boykotlar değerlendirilirken ifade ve örgütlenme özgürlükleri ile ekonomik düzen arasındaki denge dikkate alınmalıdır.
Türk Ceza Kanunu Kapsamında Boykot Çağrıları
Türk hukukunda boykot çağrısı yapmayı açıkça suç sayan bir ceza normu bulunmamaktadır. Ancak belirli şartlar altında, boykotla bağlantılı söylem ve eylemler mevcut bazı suç tiplerine vücut verebilir. Özellikle Türk Ceza Kanunu (TCK)’nda “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” (m.216) ve “nefret ve ayrımcılık” (m.122) suçları, bir boykot çağrısının içeriğine göre gündeme gelebilmektedir. Aşağıda, bu suçlar açısından boykotun ne ölçüde suç oluşturabileceği incelenmiştir.
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçu (TCK m.216)
TCK 216 uyarınca, “halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak diğer bir kesim aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden” kişi cezalandırılır. Suçun oluşması için ağır bir tahrik düzeyi ve kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması şartı aranmaktadır. Bu kapsamda, bir boykot çağrısının 216. maddeye girmesi, onun toplumda farklı kesimleri birbirine karşı düşmanlığa sevk etmesine bağlıdır.
Örneğin etnik veya dini bir gruba ait işletmelere karşı “şu kesime ait esnaftan alışveriş yapmayın” şeklindeki çağrılar, belirli bir gruba yönelik nefret söylemi içerebileceğinden bu suçu oluşturabilir. Irkçı veya ayrımcı saikle bir kesimi ötekine boykot etmeye teşvik etmek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunun unsurlarını dolduracaktır.

Buna karşılık, genelde siyasi boykot çağrıları belirli bir etnik/dini gruba karşı değil, bir devletin politikalarına veya bir şirketin uygulamalarına tepki olarak yapılır. Bu tür çağrılarda nefret unsuru yoksa, 216. madde kapsamında cezalandırılması hukuken tartışmalıdır.
Örneğin, İsrail devletinin Filistin politikasını protesto için İsrail mallarını boykot etme çağrısı, dini veya etnik temelli bir düşmanlığa tahrik içermediği sürece salt politik bir tepki olarak değerlendirilmelidir.
Fransa’da İsrail mallarına boykot çağrısı yapan aktivistlerin “ayrımcılığa tahrik”ten mahkûm edilmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından ifade özgürlüğü ihlali sayılmıştır; zira eylemciler ne şiddet ne de nefret söylemi kullanmıştır (Global Freedom of Expression | Baldassi & Others v. France – Global Freedom of Expression).
Benzer şekilde Türkiye’de de “zamlar protesto edilsin” diye bir gün alışverişi kesme çağrısı, herhangi bir etnik veya dini grubu hedef almıyor ve şiddet içermiyorsa, 216. maddedeki anlamda kin ve düşmanlığa alenen tahrik olarak nitelendirmek güçtür. Nitekim ceza hukuku uzmanları, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunda ifadenin içeriğinin doğrudan halk barışını bozmaya elverişli ve yoğun düşmanlık taşıyor olması gerektiğini belirtir . Bu ölçütleri karşılamayan, barışçıl protesto mahiyetindeki boykot söylemleri suç kapsamına girmemelidir.
Nefret ve Ayrımcılık Suçu (TCK m.122)
TCK 122, belirli özelliklere sahip bir kişiye karşı sırf bu özelliği nedeniyle ekonomik veya sosyal hayatta ayrımcılık yapılmasını cezalandırır. 2014’te yapılan değişiklikle “nefret suçu” boyutunu da içeren bu madde, örneğin bir kimseye dininden, etnisitesinden vb. ötürü mal satmamak, işe almamak gibi fiilleri kapsamaktadır. Maddenin (1)(d) bendine göre bir kişinin olağan bir ekonomik faaliyette bulunmasını engellemek de nefret veya ayrımcılık suçu teşkil edebilir. Buna göre eğer boykot çağrısı, belirli bir gruba duyulan nefret saikiyle insanların o gruptan alışveriş yapmasını engellemeye yöneliyorsa, bu madde ihlal edilmiş olabilir.
Örneğin “X etnik kökenine mensup işletmelere gitmeyin” demek, muhatap grubun ekonomik faaliyetini engellemeye yönelik ayrımcı bir çağrıdır ve TCK 122 kapsamında suç sayılır. Ancak yine siyasi boykot örnekleri düşünüldüğünde, tipik olarak nefret saiki mevcut değildir.
Siyasi veya vicdani gerekçelerle bir şirkete ya da ülkeye karşı ekonomik ilişkiyi kesme çağrısı, 122. maddede öngörülen türde bir ayrımcılıktan farklıdır. Burada çağrı bir grubun kimliği nedeniyle değil, belirli bir davranışı veya politikayı protesto amacıyla yapılmaktadır. Dolayısıyla, ortada kanunun aradığı anlamda bir “ayrımcılık” kastı bulunmamaktadır. İstanbul Başsavcılığı’nın 2025 Nisan boykotu ile ilgili soruşturmasında TCK 122’ye atıf yapması bu açıdan eleştirilmiştir; çünkü genel bir tüketim boykotunda “halkın bir kesiminin ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleme” iddiası soyut kalmaktadır.

Boykot Çağrısı Hakkında Diğer İlgili Suçlar ve Hususlar
Boykot çağrısının içeriğine göre gündeme gelebilecek diğer bazı suç tipleri de tartışılabilir. Örneğin, eğer boykot çağrısı esnasında küfür, hakaret veya gerçek dışı isnat yapılmışsa, muhatap alınan kişi veya şirketler bakımından hakaret (TCK m.125) veya iftira (TCK m.267) suçları düşünülebilir. Ancak tüzel kişiler (şirketler) TCK 125 anlamında hakaret suçunun mağduru olamayacağı için, bu durumda genellikle cezai değil hukuki yollar (tazminat davası) kullanılmaktadır.
Nitekim Ensar Vakfı skandalı sonrasında bir GSM şirketine “pedofili destekçisi” diyerek boykot çağrısı yapan sanatçı Ozan Güven’e şirket tarafından manevi tazminat davası açılmıştır ( D20Haber – Denizli Haberleri – Anayasa Mahkemesine göre “boykot” ifade özgürlüğü ). Ceza hukuku bakımından ise, boykot çağrısını bir suç işlemeye tahrik (TCK 214) veya kanunlara uymamaya tahrik (TCK 217) kapsamında değerlendirmek genellikle mümkün değildir, zira boykot yapmak başlı başına kanuna aykırı bir eylem değildir. Sadece, yukarıda değinildiği gibi boykot çağrısı nefret söylemi veya şiddet içeriyorsa suç haline gelebilir. Bunun dışında, boykot çağrısı yapmak tek başına suç değildir (KARARIN TAM MENTİ )
Özetle, Türk Ceza Kanunu’nda özel olarak boykot eylemini yasaklayan bir düzenleme bulunmadığından, bu tür çağrılar ancak içeriklerinin mevcut bir suç tipine girmesi durumunda cezai sorumluluk doğurabilir. İfade özgürlüğü sınırları içinde kalan, şiddet ve nefret barındırmayan boykot kampanyalarının cezalandırılması, ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmayacaktır.
Anayasa Mahkemesi Kararlarında Boykot
Anayasa Mahkemesi (AYM), bireylerin ifade özgürlüğünü ihlal eden idari ve adli işlemleri denetlerken boykot çağrılarını da değerlendirme konusu yapmıştır. Özellikle Ozan Güven kararı, bu konuda emsal niteliğindedir. Olayda ünlü bir oyuncu, bir vakıfta yaşanan çocuk istismarı skandalı üzerine, bu vakfa maddi destekte bulunan GSM operatörünü sosyal medyada ifşa ederek abonelik sözleşmesini iptal ettiğini ve herkesi bu şirkete karşı boykota davet ettiğini duyurmuştur
Paylaşımında ilgili şirkete sert ifadelerle “pedofili destekçisi” demesi nedeniyle şirket manevi tazminat talebiyle mahkemeye başvurmuş ve yerel mahkeme Ozan Güven’i 500 TL tazminata mahkûm etmiştir. Sonraki istinaf başvurusu da reddedilince, Güven konuyu bireysel başvuru yoluyla AYM’ye taşımıştır.
AYM 27 Eylül 2023 tarihli Genel Kurul kararında, somut olayı ifade özgürlüğü bağlamında ele almıştır. Kararda, başvurucunun paylaşımının toplumsal bir tartışmayla ilgili olduğuna ve kamusal ilgi taşıdığına dikkat çekilmiştir. Şirketin tüzel kişiliğe sahip özel bir şirket olduğu, dolayısıyla “pedofili destekçisi” şeklindeki ağır ithamın gerçek bir kişiye yöneltilmediği ve bir değer yargısı mahiyetinde olduğu belirtilmiştir.
Mahkeme, sert ve rahatsız edici olsa da kullanılan ifadelerin esasen şirket ile vakıf arasındaki mali destek ilişkisini hedef aldığını, amacı şirketin itibarına salt hakaret etmek değil bu ilişki nedeniyle üzerinde baskı oluşturmak olduğunu vurgulamıştır. Nitekim karar metninde “ifade özgürlüğü sadece kabul gören, zararsız veya kayıtsızlık içeren fikirler için değil; aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici fikirler için de geçerlidir” denilerek demokratik toplumda sert eleştirinin tolere edilmesi gerektiği hatırlatılmıştır.
Sonuç olarak AYM, mahkemelerin başvurucunun ifadelerine yaptığı müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığını ikna edici şekilde ortaya koyamadığına hükmetmiş ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir ( D20Haber – Denizli Haberleri – Anayasa Mahkemesine göre “boykot” ifade özgürlüğü ). Bu kararla birlikte, Ozan Güven’in boykot çağrısı niteliğindeki paylaşımından dolayı cezai veya hukuki yaptırıma maruz bırakılmasının ifade özgürlüğüne aykırı olduğu kesinleşmiştir. AYM’nin iptal veya itiraz incelemesi yoluyla önüne gelmiş bir boykot düzenlemesi bulunmamakla birlikte, bu bireysel başvuru kararı önemli bir içtihat oluşturmuştur.
AYM’nin yaklaşımına göre, politik veya toplumsal bir meseleye dikkat çekmek için yapılan ekonomik boykot çağrıları, muhatabın ticari itibarını zedeleyici bir yön taşısa bile, eğer toplumsal tartışmaya katkı sunuyor ve şiddet/içerik bakımından sınırı aşmıyorsa anayasal koruma altında kabul edilir (Bakan Bolat ‘tazminat davası açılsın’ demişti: AYM’nin ‘boykot’ kararı gündem oldu! – Son Dakika Ankara Haberleri) ( D20Haber – Denizli Haberleri – Anayasa Mahkemesine göre “boykot” ifade özgürlüğü ). Bu durumda, boykot çağrısı yapan kişiye ceza vermek bir yana, tazminata mahkûm etmek dahi ifade özgürlüğünü ihlal edebilir (Bakan Bolat ‘tazminat davası açılsın’ demişti: AYM’nin ‘boykot’ kararı gündem oldu! – Son Dakika Ankara Haberleri). Nitekim güncel tartışmalarda AYM kararı hatırlatılarak, ekonomik boykotun cezalandırılmasının Anayasa’ya aykırı olacağı vurgulanmıştır.
Yargıtay Uygulamaları: Suç Sayılan ve Sayılmayan Durumlar
Yargıtay kararları incelendiğinde, doğrudan “boykot” eylemini suç olarak tanımlayan bir içtihat bulunmamaktadır. Ancak boykot çağrılarının bazı davalarda dolaylı olarak değerlendirildiği görülmektedir. Yargıtay’ın ceza daireleri, boykot çağrısının içeriğinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik (TCK 216) unsurları varsa bunu suç kabul edebilecektir.
Örneğin, eğer bir kişi sosyal medyada belli bir etnik/dini gruba mensup işyerlerine karşı boykot çağrısı yapmış ve bu söylem toplum kesimleri arasında düşmanlık yaratmaya elverişli ise, Yargıtay muhtemelen TCK 216 kapsamında mahkûmiyeti onaylayacaktır. Keza, böyle bir durumda nefret saikiyle ekonomik faaliyet engellendiği için TCK 122 Nefret ve Ayrımcılık suçu da uygulanabilir. Bu tür nefret boykotları, ifade özgürlüğü sınırlarını aştığından Yargıtay tarafından korunmayacaktır.
Buna karşılık, genel siyasi veya ekonomik boykot çağrılarında Yargıtay’ın daha toleranslı yaklaştığı söylenebilir. Özellikle şiddet içermeyen ve kimseyi tehdit etmeyen boykot eylemleri, Yargıtay kararlarında genelde suç olarak nitelendirilmemiştir.
Geçmiş dönemlerde de her kesimden siyasi partinin boykot çağrısı yaptığı haber sitelerinde görülmekte ve paylaşılmaktadır.
Örneğin geçmişte bazı davalarda, sendikaların veya tüketici gruplarının şirket ürünlerini boykot etme kampanyaları Yargıtay önüne gelmiştir. Bu davalarda farklı dairelerin farklı değerlendirmeleri olsa da, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin bir kararında boykotun amacına vurgu yapılarak, barışçıl bir boykotun demokratik bir hak arama yöntemi olduğu ve işçilerin bu boykota destek vermesinin sendikal faaliyet kapsamında görülmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu yaklaşım, boykot çağrısını meşru bir toplumsal tepki olarak kabul etmekte ve bundan dolayı bir kişinin cezalandırılmasını veya işten çıkarılmasını hukuka aykırı bulmaktadır. (ÖZYURT, V., Sendikanın Boykot Çağrısına İlişkin Sosyal Medya İçeriğinin İşçi Tarafından Beğenilmesinin/Paylaşılmasının İş Sözleşmesine Etkisi: Yargıtay’ın Farklı Yaklaşımları Üzerinden İşçinin Sadakat Borcu ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bir Değerlendirme, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 1, Nisan 2021, Sayfa: 425-473)
Ancak Yargıtay içtihatlarında tam bir birliktelik olduğunu söylemek zordur. Özellikle iş hukuku boyutunda, bir işçinin kendi çalıştığı şirkete karşı başlatılan boykotu desteklemesi farklı sonuçlara yol açmıştır. Bazı kararlarda, işverenine ait ürünlerin boykot edilmesini sosyal medyada paylaşan işçinin sadakat borcunu ihlal ettiği kabul edilerek işten çıkarılması haklı bulunurken, diğer bazı kararlar bunu ifade özgürlüğü ve sendikal haklar kapsamında görmüştür. Bu durum, Yargıtay daireleri arasında yaklaşım farkına işaret etmektedir.

Ceza hukuku özelinde ise, barışçıl boykot çağrılarından dolayı Yargıtay’ın onadığı bir ceza mahkûmiyeti örneğine rastlanmamaktadır. Yakın geçmişte kamuoyunda yapılan çeşitli boykot kampanyaları (örneğin zaman zaman hükümete yakın çevrelerin yabancı mallara veya muhalif çevrelerin belli markalara yönelik boykotları) adli makamlara yansımışsa da, şiddet ve nefret içermeyen boykot ifadelerinin suç teşkil etmediği kabul görmüştür.
Nitekim siyasetçiler tarafından da “boykot suç değildir, ifade özgürlüğüdür” şeklinde açıklamalar yapılmıştır. Yargıtay da, önüne gelen vakada eğer boykot çağrısını sırf muhalif bir görüş açıklaması olarak görürse, bunu suç kapsamına sokmayacaktır.
Özetlemek gerekirse, Yargıtay uygulamasında boykot çağrılarının suç sayılması için şu kriterler öne çıkmaktadır:
- Çağrı, halkın belirli bir kesimini diğerine karşı düşmanlığa sevk ediyor mu? (Etnik, dini nefret söylemi içeriyorsa suç sayılır)
- Çağrı, şiddet veya tehdit unsuru barındırıyor mu? (Boykota uymayanlara yönelik tehditler varsa suç sayılır)
- Çağrı, kişilerin yasal haklarını engellemeye dönük fiili bir davranışla birleşiyor mu? (Zorla engelleme varsa suç sayılır)
Bu unsurlar yoksa, yalnızca ekonomik tepki niteliğindeki boykot çağrıları Yargıtay tarafından ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmektedir. Özellikle güncel bir örnek olan 2025 boykot çağrısında, soruşturma açılsa bile sonunda yargı mercilerinin AYM içtihadını da dikkate alarak ifade özgürlüğü yönünde karar vereceği yönünde güçlü bir beklenti oluşmuştur.
AİHM ve Uluslararası Kararlar Işığında Boykot
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), boykot çağrılarını ifade özgürlüğü kapsamında ele alan önemli kararlar vermiştir. AİHM içtihadı, Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesindeki ifade özgürlüğü güvencesine dayanarak, barışçıl boykotların koruma altında olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda özellikle Fransa’dan gelen iki kritik karar dikkat çekmektedir:
- Willem / Fransa (2009): Bu davada küçük bir kasabanın belediye başkanı (Willem), belediye olarak İsrail menşeli ürünleri boykot edeceğini açıklamış ve bu nedenle Fransa’da ayrımcılığa tahrik suçundan 1000 Avro para cezasına mahkûm olmuştur. Willem’in AİHM’ye başvurusu üzerine Mahkeme, 6’ya karşı 1 oyla ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, başvurucunun bir belediye başkanı olarak tarafsızlık yükümlülüğü olduğu, kamusal makam sıfatıyla belli ülke ürünlerini hedef alarak ulusal kökene dayalı ayrımcılığı teşvik ettiği vurgulanmıştır.
AİHM, boykot çağrısının burada “ayrımcı ve kınanabilir” nitelikte olduğunu ve küçük bir para cezasının orantısız sayılmayacağını belirtmiştir (Global Freedom of Expression | Willem v. France – Global Freedom of Expression). Bu karar, kamu makamlarının resmi boykot çağrılarında ifade özgürlüğünün daha dar yorumlanabileceğini göstermiştir.

AİHM’den Boykot Hakkına Onay: Baldassi ve Diğerleri / Fransa Kararı
Son yıllarda özellikle sosyal medyada sıkça karşılaştığımız “boykot” çağrıları hukuken nerede duruyor? Bir ürünün satın alınmaması yönünde yapılan çağrı, cezalandırılabilir mi? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Baldassi ve Diğerleri v. Fransa davasında bu soruya net bir yanıt verdi.
Fransa’da 11 kişi, İsrail mallarına karşı barışçıl bir boykot çağrısı yaptı. Süpermarket önünde düzenlenen iki ayrı gösteride, tüketicilere İsrail’den gelen ürünleri almamaları yönünde çağrıda bulundular. Ne hakaret vardı ne şiddet. Ancak buna rağmen “ekonomik ayrımcılığa teşvik” gerekçesiyle yargılandılar ve mahkûm edildiler.
Fransız mahkemeleri, boykot çağrısını ifade özgürlüğü olarak değil, ayrımcılık olarak değerlendirdi. Her bir kişiye 1000 Euro para cezası verildi, ayrıca bazı kuruluşlara toplamda 28.000 Euro tazminat ödemelerine karar verildi. Fransız Yargıtayı da bu kararı onadı. Ama mesele burada kapanmadı.
Konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı.
AİHM, 11 Temmuz 2020 tarihli kararında şu sonuca vardı:
Boykot çağrısı, ifade özgürlüğü kapsamında bir siyasi protesto biçimidir. Eylemde ne şiddet ne nefret ne de ırkçı bir söylem bulunmadığı sürece, bu tür ifadeler demokratik bir toplumda korunmalıdır.
Mahkeme ayrıca şuna dikkat çekti: Fransa’daki yasal düzenlemeler, coğrafi kökene dayalı tüm boykot çağrılarını yasaklıyor gibi uygulanıyor. Bu durum, özellikle sadece İsrail ürünleriyle ilgili davaların açılıyor olması nedeniyle, eşitlik ilkesini de zedeliyor olabilir.
Sonuç olarak, AİHM Fransa’yı ifade özgürlüğüne aykırı davrandığı gerekçesiyle mahkûm etti. Her başvurucuya 7380 Euro tazminat ödenmesine hükmetti.

Yukarıdaki iki karar birlikte değerlendirildiğinde, AİHM’nin boykota bakışında önemli bir ayrım ortaya çıkmaktadır: Eğer boykot çağrısı nefret söylemi sınırını aşmıyor ve şiddete teşvik içermiyorsa, özellikle bireyler ve sivil toplum aktörleri tarafından yapılan siyasi boykotlar ifade özgürlüğü kapsamındadır. AİHM, Baldassi kararında açıkça “siyasi amaçlı ekonomik boykotlar, nefret söylemi sınırını aşmadığı sürece ifade özgürlüğü kapsamında korunur” demektedir.
Diğer yandan, resmi makamların veya kamu gücünü kullanan kişilerin benzeri çağrılarında daha yüksek bir sorumluluk standardı uygulanabilir. Willem kararında Mahkeme’nin, bir belediye başkanının çağrısını ayrımcı bir politika gibi görmesi bu yüzdendir.
AİHM’nin bu içtihadı, Türkiye’deki hukuki duruma ışık tutmaktadır. Zira AİHM kararları, ifade özgürlüğünün sınırlarını belirlerken ulusal makamların takdir marjını daraltır. Özellikle Baldassi kararı sonrasında, Avrupa ülkelerinde İsrail’i boykot çağrılarının cezalandırılması hukuken zorlaşmıştır.
Türkiye’de de benzer şekilde, salt siyasi protesto niteliğindeki boykotları “nefret suçu” olarak yorumlama girişimleri, AİHM standartları karşısında sürdürülemez. Nitekim Türk Anayasa Mahkemesi de kendi kararlarında AİHM’in ifade özgürlüğü ölçütlerini gözetmektedir.
Sonuç itibariyle, AİHM’ye göre bir boykot çağrısı kamusal bir tartışmaya katkı sunuyor, şiddet ve ırkçı nefret barındırmıyor ise, o çağrı nedeniyle cezai yaptırım uygulanması demokratik toplumda gerekli olmayan bir kısıtlama olacaktır (Global Freedom of Expression | Baldassi & Others v. France – Global Freedom of Expression).
Diğer Ülkelerde Boykot ve İfade Özgürlüğü
Avrupa ülkeleri genel olarak AİHM’nin belirlediği çerçeveye uygun hareket etmektedir. Çoğu Avrupa ülkesinde, özel kişiler veya sivil toplum tarafından yapılan boykot çağrıları suç teşkil etmez. Örneğin İngiltere, Almanya, İtalya gibi ülkelerde belirli ülkelere veya şirketlere karşı tüketici boykotları zaman zaman görülmekte, ancak bunlar açık bir nefret söylemi içerik taşımıyorsa cezai yaptırıma konu olmamaktadır.
Fransa, yukarıda ele alınan örneklerde görüldüğü üzere bir dönem İsrail’i boykot çağrılarını cezalandırmışsa da, AİHM kararı sonrasında bu tutumunu yumuşatmak durumundadır. Nitekim Fransa’da ifade özgürlüğü savunucuları, boykot çağrılarını cezalandırmak için kullanılan ayrımcılık yasalarının çifte standart oluşturduğunu ve ifade hürriyetini ihlal ettiğini eleştirmiştir (France’s criminalisation of Israel boycotts sparks free-speech debate). Günümüzde Avrupa’da kamu otoritesini ciddi şekilde sarsan veya bir topluluğu hedef alan aşırılık içermedikçe boykot eylemleri, demokratik protesto hakkının parçası olarak kabul görmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri boykot konusuna en geniş koruma alanını tanıyan ülkelerin başında gelir. ABD Anayasası’nın Birinci Değişikliği (First Amendment) ifade ve toplanma özgürlüğüne çok güçlü bir kalkan sağlar. Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin NAACP v. Claiborne Hardware (1982) kararı, bu konuda mihenk taşıdır.
Sivil haklar hareketi döneminde Mississippi’de siyahların beyaz tüccarlara karşı uyguladığı ekonomik boykot nedeniyle açılan davada Mahkeme, “siyasi amaçlı bir ekonomik boykotun barışçıl şekilde savunulmasının yasaklanamayacağını” kesin bir dille ifade etmiştir (NAACP v. Claiborne Hardware Co. – Wikipedia).
Kararda, şiddet içermeyen boykot eylemlerinin aynen sözlü ifade gibi anayasal koruma altında olduğu belirtilmiştir (NAACP v. Claiborne Hardware Co. (1982) | The First Amendment Encyclopedia). Mahkeme, boykota katılan ya da destek veren kişilerin, şiddete veya yasa dışı bir hedefe yönelmedikleri sürece cezalandırılamayacağını vurgulamıştır (NAACP v. Claiborne Hardware Co. (1982) | The First Amendment Encyclopedia).
Hatta bu davada, boykota uymayanlara yönelik bazı tehdit söylemleri olmuşsa da Yüksek Mahkeme, ifade ile şiddet eylemini titizlikle ayırmak gerektiğini, sadece illegal fiillerden sorumlu tutulabileceğini belirtmiştir (NAACP v. Claiborne Hardware Co. (1982) | The First Amendment Encyclopedia).
Böylece ABD’de “boykot çağrısı yapmak, tıpkı konuşma ve yazma gibi temel bir ifade biçimidir” ilkesi yerleşmiştir (NAACP v. Claiborne Hardware Co. (1982) | The First Amendment Encyclopedia).
ABD’de güncel olarak da benzer tartışmalar sürmektedir. Özellikle İsrail’e karşı boykot (BDS hareketi) konusunda bazı eyaletler, kamu ihalelerinde boykot yapan şirketlere yasak getirme gibi önlemler alsalar da bu düzenlemeler yargı organlarınca ifade özgürlüğüne aykırı bulunabilmektedir. Federal mahkemeler, devletin ekonomik yaptırım yoluyla bireylerin politik boykot yapma hakkını engelleyemeyeceğini yönünde kararlar vermiştir. Örneğin Kansas ve Texas gibi eyaletlerde, kamu çalışanlarından İsrail’i boykot etmeyeceklerine dair taahhüt istemeyi öngören yasalar, mahkemelerce iptal edilmiştir (bu kararlar First Amendment’a dayanır). Bu gelişmeler, ABD hukuk kültüründe boykotun ne kadar güçlü korunduğunu göstermektedir.
Doktrindeki Görüşler ve Tartışmalar
Akademik çevrelerde boykot kavramı üzerine yapılan tartışmalarda iki ana yaklaşım öne çıkmaktadır: özgürlükçü yaklaşım ve müdahaleci yaklaşım. Özgürlükçü yaklaşımı savunan hukukçular, boykotun tarihsel olarak bir hak arama yöntemi olduğunu, toplumsal adaletsizliklere dikkat çekmek için kullanılan barışçıl bir sivil itaatsizlik türü olduğunu vurgularlar (Av. Özlem Günel Tekşen: Boykot – Son Dakika Ankara Haberleri). Bu görüşe göre, şiddet veya nefret barındırmayan her türlü boykot çağrısı, bireylerin düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün doğal bir uzantısıdır. “Boykot, vatan hainliği değil, suç da değildir” diyen yazarlar (Av. Özlem Günel Tekşen: Boykot – Son Dakika Ankara Haberleri), devletlerin bu tür tepkilere tahammül göstermesi gerektiğini savunur. Gerçekten de boykotun başarılı örnekleri incelendiğinde, toplumda önemli değişimlere yol açtığı görülür. Örneğin Hırvatistan’da 25 Ocak 2025’te halkın yüksek fiyatlara karşı bir günlük market ve benzin istasyonu boykotu yapması sonucunda bazı ürünlerde %30’a varan indirim sağlanmıştır. Bu tür örnekler, tüketicinin kollektif hareketinin pozitif etkilerini göstermekte ve boykotun meşru bir toplumsal tepki olduğunu desteklemektedir.

Diğer yandan, müdahaleci yaklaşımı benimseyen bazı hukukçular ve iş dünyası temsilcileri, boykotun hedef aldığı kişi/şirketlere orantısız zararlar verebileceğini öne sürer. Özellikle sosyal medyanın etkisiyle hızlı yayılan boykot kampanyalarının, hukuki bir denetime tabi olmaksızın şirketlerin itibarını zedeleyip ekonomik kayıplara yol açması endişesi dile getirilmektedir (Boykot Çağrıları Haksız Rekabet Oluşturur mu?Ticaret Hukuku Çerçevesinde Bir Değerlendirme – Ali Gül).
Bu görüş sahipleri, kötü niyetli veya dayanaksız gerekçelerle başlatılan boykotların “yargısız infaz” niteliğine bürünebileceğini, hatta rekabet ortamını bozabileceğini belirtirler (Boykot Çağrıları Haksız Rekabet Oluşturur mu?Ticaret Hukuku Çerçevesinde Bir Değerlendirme – Ali Gül).
Doktrinde, tüketici boykotlarının haksız rekabet teşkil edip etmeyeceği tartışılmış; bir kısım yazar, organize boykot çağrılarının işletmeleri “kötüleme” suretiyle TTK m.55’teki haksız rekabet fiillerine benzediğini ileri sürmüştür. Özellikle boykot çağrısı sırasında kullanılan ifadeler yanıltıcı, gerçek dışı veya incitici ise ya da yapılan protesto orantısız sonuçlar doğuruyorsa, bunun dürüstlük kuralına aykırı bir ticari uygulama olacağı savunulmaktadır.
Örneğin bir şirket hakkında asılsız iddialarla boykot örgütlenirse, şirketin hem itibarı zedelenir hem de ekonomik faaliyeti haksız biçimde sekteye uğratılır; bu durumda şirketin hem hukuki tazminat hem de cezai yaptırım (TTK md.62 kapsamında) talep edebileceği ileri sürülmektedir. Nitekim Türkiye’de Ticaret Bakanı düzeyinde de boykot çağrılarının “haksız ticaret ve rekabet unsurları içerdiği” iddia edilmiş ve maddi zarara uğrayan işletmelerin tazminat davası açabileceği ifade edilmiştir.
Sonuç ve Değerlendirme
Boykot suç mu?
Hayır. Türk hukukuna göre şiddet, nefret ya da tehdit içermeyen barışçıl boykot çağrıları suç değildir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay, bu tür eylemleri ifade özgürlüğü kapsamında görmektedir. Ceza ancak ırkçılık, hakaret ya da şiddet varsa gündeme gelir.
Yakın tarihte AYM, bir şirkete yönelik boykot çağrısını ifade özgürlüğü sayarak cezayı iptal etti. AİHM kararları da bu yöndedir. Vatandaş ne alacağına karar verebildiği gibi, ne almayacağına da kolektif şekilde karar verebilir.