İran’da Hristiyanlara Yönelik Sistematik Zulüm ve Uluslararası Hukukun İhlali
İran, dini özgürlüklerin anayasal güvence altında olduğunu iddia eden bir ülkedir. Ancak, son yıllarda İran’da Hristiyanlara yönelik uygulanan baskılar, bu iddiaların ne kadar temelsiz olduğunu göstermektedir. Özellikle Hristiyanlık inancına dönen İranlı bireyler, din değiştirme hakkı uluslararası hukuk tarafından koruma altına alınmış olmasına rağmen, devlet tarafından sistematik bir şekilde hedef alınmakta ve zulme uğramaktadır. Bu yazıda, 2024 yılında dört uluslararası insan hakları kuruluşunun yayımladığı “Yüzsüz Mağdurlar: İran’daki Hristiyanlara Yönelik Hak İhlalleri” raporu çerçevesinde, İran’daki Hristiyanların karşı karşıya kaldığı ağır insan hakları ihlalleri ele alınacaktır.
Tutuklamalar, Gözaltılar ve Mahkûmiyetler: İnancın Bedeli
2023 yılı verilerine göre, İran’da 166 Hristiyan tutuklanmış, 103 kişi gözaltına alınmış ve 22 kişi mahkûm edilmiştir. Bu rakamlar, İran’da Hristiyan olmanın bedelini açıkça ortaya koymaktadır. Rapora göre, tutuklananların büyük bir kısmı, inançlarını evlerinde ya da küçük topluluklar içinde yaşamaya çalışan kişilerden oluşmaktadır. İran, anayasal olarak dini özgürlükleri garanti altına aldığını iddia etse de, uygulamada bu özgürlük sadece Ermeni ve Asuri Hristiyanları gibi etnik azınlıklara tanınmakta ve bu toplulukların da Farsça dini ayin yapması ya da dinlerini yaymaları yasaklanmaktadır. Etnik Hristiyan olmayanların ibadet etme, inançlarını yayma ya da İncil bulundurma hakları ise tamamen baskı altındadır.
Esmaeil Narimanpour ve Diğerlerinin Hikayesi: Dini Yeniden Eğitim
Esmaeil Narimanpour, İran’da Hristiyanlara yönelik dini baskıların sembolü haline gelen bir isimdir. 2021’de ilk kez tutuklanan Narimanpour, din değiştirme eyleminin suç olmadığını belirten yargı kararıyla serbest bırakılmıştır. Ancak serbest kalmasının ardından, İslam’a geri dönmeleri amacıyla düzenlenen zorunlu dini yeniden eğitim programlarına katılmaya mecbur bırakılmıştır. Bu programlar, Müslüman din adamları tarafından yönetilmekte ve Hristiyanlığa geçen bireyleri yeniden İslam’a döndürmeyi hedeflemektedir. Narimanpour, 2023 yılı Noel arifesinde tekrar tutuklanmış olup, halen bu zulme maruz kalmaktadır. Bu olay, İran’ın Hristiyanlara yönelik sistematik baskısının derinliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Narimanpour’un yaşadıkları, yalnızca kişisel bir trajedi olarak kalmamakta; İran’daki Hristiyanların tamamını etkileyen bir devlet politikasının parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Hristiyanlar, din değiştirdikten sonra bile özgürce ibadet edememekte, sürekli gözaltı ve dini baskılarla karşı karşıya kalmaktadır. İran hükümeti, bu baskılarla dini özgürlüklerin en temel haklarını açıkça ihlal etmektedir.
İran’ın Uluslararası Hukuk İhlalleri
İran, 1975 yılında Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne (ICCPR) taraf olmuş ve bu çerçevede dini özgürlükleri güvence altına almayı taahhüt etmiştir. Ancak hükümet, bu yükümlülükleri sürekli olarak ihlal etmektedir. Raporlar, İran’ın ICCPR’nin 11 maddesini ve 19 alt maddesini ihlal ettiğini belgelemektedir. Hristiyanlar, yalnızca inançları nedeniyle keyfi tutuklanma, işkence, zorla itiraf alma ve hukuki temsil hakkının ihlali gibi ağır insan hakları ihlallerine maruz kalmaktadır. İran, ayrıca Hristiyanlığı seçen bireyleri zorunlu dini yeniden eğitim programlarına tabi tutarak ve evlerinde ibadet ettikleri gerekçesiyle tutuklayarak uluslararası hukuku hiçe saymaktadır.
Bu ihlaller yalnızca bireyleri hedef almakla kalmamakta, etnik Hristiyan topluluklarına yönelik baskıyı da içermektedir. İran devleti, sadece ibadet haklarını kısıtlamakla kalmayıp, kiliseleri zorla kapatmakta ve mülklerine el koymaktadır. 1994’te şehit edilen Haik Hovsepian’ın kurduğu Tanrının Meclisleri Kilisesi’nin devlet tarafından el konulması ve kilise binasının satılması, bu baskıların ne denli kurumsal hale geldiğini açıkça göstermektedir.
Uluslararası Toplumun Sessizliği ve Hristiyanların Yalnızlığı
İran’daki Hristiyanlara yönelik bu ağır insan hakları ihlalleri, uluslararası toplumun gözleri önünde gerçekleşmektedir. Birleşmiş Milletler Din veya İnanç Özgürlüğü Özel Raportörü Nazila Ghanea, İran’da Hristiyan olmanın, Müslümanları evlerinde ağırlamanın ve Hristiyan topluluklarıyla bir araya gelmenin bile cezalandırılma sebebi olduğunu vurgulamaktadır. Bu eylemler nedeniyle, Hristiyan liderler işkence görmekte, zorla itiraf vermeye zorlanmakta ve ülkeden kaçmak zorunda kalmaktadır. Farhad Sabokrooh ve eşi gibi liderlerin yaşadıkları bu baskılar, İran’daki Hristiyanların ne denli büyük bir tehdit altında olduğunu gözler önüne sermektedir.
Raporlar, İran’ın uluslararası baskıya duyarlı olduğunu da göstermektedir. Örneğin, 2010’da verilen bir ölüm cezası, uluslararası toplumun baskıları sonucu uygulanmamıştır. Bu durum, uluslararası toplumun kararlı ve sürekli baskısının İran’daki Hristiyanlar için hayati bir öneme sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu baskının yeterli düzeyde uygulanmaması, İran’da Hristiyanlara yönelik zulmün devam etmesine yol açmaktadır.
Bu gerçekler ışığında, İran’daki Hristiyanların dini özgürlüklerinin korunması için uluslararası toplumun daha etkin ve kararlı adımlar atması gerektiği açıktır.
Hristiyanlara Yönelik Zulme Karşı Sessiz Kalmamak
İran’da Hristiyanlara yönelik sistematik zulüm, uluslararası hukukun temel normlarına ve insan haklarına açık bir ihlal teşkil etmektedir. İran hükümeti, anayasal olarak dini özgürlükleri güvence altına almış olsa da, bu hakların uygulamada sağlanması gerekmektedir. Article18, Open Doors, Middle East Concern ve Christian Solidarity Worldwide (CSW) gibi kuruluşlar tarafından hazırlanan raporlar, İran’da Hristiyanların nasıl hedef alındığını ve temel haklarının nasıl gasp edildiğini kapsamlı bir şekilde belgeliyor.
Uluslararası toplumun bu zulme karşı sessiz kalmaması zorunludur. İran’daki Hristiyanların dini özgürlüklerinin korunması, ibadet yerlerinin yeniden açılması ve keyfi tutuklamaların sona erdirilmesi için uluslararası toplumun harekete geçmesi gerekmektedir. Sessiz kalmak, bu insanlık dışı uygulamaların meşrulaşmasına zemin hazırlayacaktır. Bu nedenle, zulme karşı sesimizi yükseltmek, İran’daki Hristiyanların insan onuruna uygun bir yaşam sürmeleri adına atılacak en önemli ve acil adımdır.
Türkiye’deki Hristiyanların İran’a Geri Gönderilmemesi: Cenevre Sözleşmesi ve İşkence Yasağı Kapsamında Uluslararası Koruma Gerekliliği
Türkiye’deki Hristiyanların İran’a geri gönderilmemesi, uluslararası hukukun temel prensipleri ve özellikle 1951 Cenevre Sözleşmesi uyarınca korunması gereken bir konudur. Cenevre Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme çerçevesinde, Türkiye’nin geri göndermeme ilkesi (non-refoulement) gereği, kimse işkence, zulüm ya da insanlık dışı muamele görebileceği bir ülkeye zorla geri gönderilemez. İran’da Hristiyanlara yönelik sistematik baskılar ve zulüm dikkate alındığında, Türkiye’de bulunan Hristiyanların İran’a geri gönderilmesi ciddi insan hakları ihlallerine yol açabilir. Bu nedenle, Türkiye’deki Hristiyanların uluslararası koruma statüsü altında güvenliğini sağlamak adına uluslararası koruma (UK) belgesi verilmesi gereklidir. Bu belge, Türkiye’nin hem Cenevre Sözleşmesi hem de işkence yasağı kapsamında uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmesi ve Hristiyanların zulüm görecekleri bir ülkeye gönderilmesini engellemek adına hayati önem taşımaktadır.
Kaynak; https://www.christianitytoday.com/2024/02/iran-christians-persecution-religious-freedom-2023-report/