Descartes, sayısal zeka üzerine kurulu olan zihninin çalışma prensiplerini felsefeye uyarlamış varolmanın mantığına matematik problemi çözer gibi yaklaşmıştır. Uzaydaki bir noktayı işaretlemek için geometri ve matematiği kullanan Descartes matematiğe katkısı, Kartezyel koordinat sistemine adını vermesi de kaynaklarda sıkça geçer. İki kere iki dünyanın herhangi bir yerinden herhangi bir zaman diliminde daima 4 eder. Descartes varoluşa fonksiyonel, işlevsel bir açıyla yaklaşmış, maddenin varlığını yer kaplamasıyla kabul ederken, ruhun yer kaplamaması karşısında ona düşünme görevini vermiştir. Öyle ki, ruhun ana niteliğinin düşünmek olduğunu savunur. Varlığı kesin olan tek şeyin düşünmek olduğuna kanaat getirdiğinden, düşündüğü an var olduğunu kabul eder. Düşünmek var olmanın ön koşuludur.
İki insanı ele alalım. İlk insan zihinsel engelli doğmuş konuşmayı dahi öğrenememiş olsun. İkinci insan orta zekalı sorunları düşünerek çözebilen, alet kullanabilen, konuşabilen özetle ortalama fonksiyonları diğer insanlardan aşağı kalmayan bir birey olsun. Örnekte verdiğimiz her iki insanın da gözleri görmekte, kulakları duymakta, elleri ve kolları tutmaktadır. Biyolojik olarak baktığımızda her iki insan da kaslardan, yağlardan, sinirlerden ve kemikten oluşmaktadır. Ancak birini var eden diğerini ise sadece biyolojik bir canlı kategorisine hapseden temel fark düşüncedir. Eğer düşünmeyi bütünüyle sona erdirecek olursak varolmaya da son verir, geriye sedyede yatan beyin ölümü gerçekleşmiş ancak bedeni yaşayan insan bırakırız.
Düşünüyorum öyleyse varım, felsefesinin günümüzde en somut yaklaşımı, bilinci kapalı şekilde yıllardır uyuyan hastaların uyanma ihtimalinin düşüklüğü göz önüne alınarak fişlerinin çekilmesidir. Bir anlamda insan öldürme kabul edilmesi gereken eylem, ölen kişinin bilinci olmadığından adeta yapılması gereken bir görev olarak algılanır. Şöyle ki, o kişinin bir bilinci yoktur, sadece tüketmekte ve nefes almaktadır, düşünce üretmemektedir, o halde esasen yaşamamaktadır.
Başka bir örnek vermek gerekirse, ağaçların kesilmesi akla gelir. Ağacın yaşadığı hakikattir. Ancak bilinci olmadığı bize öğretildiğinden ve/veya duyularımızla bu şekilde algıladığımızdan, bir insanın parmağını kopartmayı ahlaki bulmaz bundan kaçınırken, bir ağacın dalını kırmayı umursamıyor olabiliriz.