Devlet ve Kamu Kurumlarına Açılacak Davalarda Zamanaşımı
‘Dava açma süresi’ ile ‘zamanaşımı’ farkı nedir ?
Dava açma süresi İYUK 7.maddede gösterilmiştir.
Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.
30 ve 60 günlük süreler içerisinde idari yargıya başvurulmaması durumunda hak zamanaşımına uğramış OLMAZ ancak DAVA EDİLEBİLME NİTELİĞİNİ kaybetmiş olur. Bu süreler dahilinde dava açılmazsa dava reddedilir.
Zamanaşımı süresi İYUK 13.maddesinde düzenlenmiştir.
İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
İdareye başvurduktan sonra 60 günlük dava açma süresinin hukuksal niteliği tartışmalıdır. Kimi görüşlere göre 60 günlük süre hak düşürücü süredir, kimi görüşlere göre ise 1 ve 5 yıllık süreler dahilinde birden çok kez idareye başvurulabilir ve 60 günlük süre tekrar tekrar işler şeklindedir.
Devam eden zarar var ise zamanaşımı süresi işlemeyecektir. İdari hizmetin kusurlu işlemesi nedeniyle bir yaralanma meydana gelmiş ve kati engelli raporu alınmışsa, zarar kati engelli raporunun alındığı tarihte öğrenilmiş sayılacak ve 1 yıllık süre bu tarihten itibaren başlayacaktır. Eğer hizmet kusuru nedeniyle biri yaşamını yitirmişse zarar ve sorumlu öğrenilmiş olduğundan vefat tarihinden itibaren 1 yıllık süre başlayacaktır.
T.C DANIŞTAY .İdari Dava Daireleri Kurulu Esas: 2015/ 4305 Karar: 2016 / 3452 Karar Tarihi: 14.12.2016
ÖZET: Uyuşmazlık konusu olayda, zararı meydana getiren patlamaların devam etmesi nedeniyle süregelen bir zararın bulunduğu ve davacının S… Asliye Hukuk Mahkemesine başvurduğu tarihte zarar miktarının henüz kesin olarak ortaya konulamadığı; bu nedenle, dava açma süresinin tespit davasının açıldığı tarihten itibaren başlatılmasına olanak bulunmadığı anlaşıldığından, davacının, son patlamanın gerçekleştiği 07/12/2005 tarihinden itibaren bir yıl içinde uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli olmayan adli yargı yerinde açtığı davanın süresinde açıldığının kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
T.C DANIŞTAY 15.Daire Esas: 2016/ 245 Karar: 2016 / 1455 Karar Tarihi: 07.03.2016
ÖZET: İdari hizmetten kaynaklanan tam yargı davalarında sürelerin eylemin idariliğinin öğrenilmesi üzerine başlayacağı, idarilik kavramının bazen somut olaya göre olayın oluş anında bazen yapılan ceza yargılaması neticesinde ortaya çıkacağı, dava konusu olayda eylemin idarilik vasfının 2014 yılı itibariyle ortaya çıktığı ve süresinde açılan davada süre aşımı bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Bu itibarla, eksik inceleme sonucu davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
T.C DANIŞTAY 10.Daire Esas: 2014/ 5992 Karar: 2015 / 6223 Karar Tarihi: 24.12.2015
‘2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde belirtilen dava açma sürelerini canlandıracak nitelikte, davacının yaralanmasına sebep olan kazanın meydana gelmesinde kusuru bulunan kişi ya da kişilerin tespitine ilişkin adli ya da idari soruşturma veya davacının sağlık durumunda meydana gelen herhangi bir değişikliğe ilişkin sağlık raporu olmadığı da görülmektedir.’
D A N I Ş T A YİDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU Esas No : 2015/527Karar No : 2017/1554
“Parasal ve özlük hakları yönünden süregelen etkiler doğuran idari işlemlere karşı yapılan her yeni başvuru üzerine idarece tesis edilecek işlemler hakkında, 2577 sayılı Yasanın 7. maddesinde öngörülen süre içerisinde dava açılabilmesi, aynı Yasanın 10. maddesi gereğidir.”
Devlet ve kamu tüzel kişiliklerinin cezai sorumluluğu olmadığından, asli sorumluluğun idare olduğu Anayasa 40/2 ve 129/5 düzenlendiğinden, idarenin hizmet kusurunda uzamış ceza zamanaşımı uygulanmamaktadır. Emsal kararlar da uzamış ceza zamanaşımını tartışmamış İYUK 13 kapsamında değerlendirmede bulunmuştur. 1 ve 5 yıllık sürelerin buna göre hesaplanması gerekir.
EMSAL KARARLAR
T.C DANIŞTAY .İdari Dava Daireleri Kurulu Esas: 2015/ 4305 Karar: 2016 / 3452 Karar Tarihi: 14.12.2016
ÖZET: Uyuşmazlık konusu olayda, zararı meydana getiren patlamaların devam etmesi nedeniyle süregelen bir zararın bulunduğu ve davacının S… Asliye Hukuk Mahkemesine başvurduğu tarihte zarar miktarının henüz kesin olarak ortaya konulamadığı; bu nedenle, dava açma süresinin tespit davasının açıldığı tarihten itibaren başlatılmasına olanak bulunmadığı anlaşıldığından, davacının, son patlamanın gerçekleştiği 07/12/2005 tarihinden itibaren bir yıl içinde uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli olmayan adli yargı yerinde açtığı davanın süresinde açıldığının kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
(2577 S. K. m. 9, 13)
İstemin Özeti: Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 03/07/2015 günlü, E:2015/746, K:2015/739 sayılı ısrar kararının, davacı tarafından temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma verilmemiştir.
Düşüncesi: Davacının taşınmazında oluşan zararı Silvan Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde hazırlanan 28/02/2005 tarihli bilirkişi raporuyla öğrendiği ve bu tarihten itibaren bir yıl içinde açılmadığı anlaşılan davada süre aşımı bulunduğu, bu nedenle ısrar kararının onanması gerektiği üşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Dava; Diyarbakır İli, Silvan İlçesi, Çatakköprü Köyünde bulunan davacıya ait evin, Çatakköprü – Sason – Yücebağ Diyarbakır İl hududu yolu inşaasında kullanılacak mıcırın temini için taş ocağında dinamit patlatılması sonucu zarar gördüğü ileri sürülerek, uğranıldığı belirtilen maddi zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 10/12/2009 günlü, E:2008/2632, K:2009/2485 sayılı kararıyla; davacının, taş ocağında dinamit patlatılması sonucu evinde meydana gelen zararı, en geç zarar miktarının tespiti istemiyle adli yargıya başvurduğu 22/06/2004 tarihi itibarıyla öğrendiğinin kabulü gerektiği, buna göre, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca, bu tarihten itibaren en geç 1 yıl içinde davalı idareye başvurarak zararının tazminini istemesi gerekirken, bu tarihten çok sonra 24/04/2006 tarihinde adli yargı yerinde açtığı tazminat davasının görev yönünden reddi üzerine açtığı davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenemeyeceği gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Anılan karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 11/03/2015 günlü, E:2013/7701, K:2015/938 sayılı kararıyla; İdare Mahkemesince, davacının meydana gelen zararı, en geç zarar miktarının tespiti istemiyle adli yargıya başvurduğu 22/06/2004 tarihi itibarıyla öğrendiği kabul edilmiş ise de; anılan tarihte, davacı tarafından henüz zarar miktarının bilinemeyeceği, kaldı ki, patlamaların devam etmesi nedeniyle süregelen nitelikte bulunan zararın, 07/12/2005 tarihinde gerçekleştirilen son patlama sonucunda kesinlik kazandığı, bu itibarla; zararın kesin olarak ortaya çıktığı 07/12/2005 tarihinden itibaren 1 yıl içinde görevsiz yargı yerinde açılan davanın görev yönünden reddi üzerine, 2577 sayılı Yasanın 9. maddesi uyarınca 30 gün içinde idari yargı yerinde açılan davada süre aşımı bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak ilk kararında ısrar etmiştir.
Davacı, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 03/07/2015 günlü, E:2015/746, K:2015/739 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinin 1. fıkrasında; idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği; bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği; görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, idareye başvurma şartının aranmayacağı kurala bağlanmış; 9. maddesinde ise, çözümlenmesi idare mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği; görevsiz yargı merciine başvurma tarihinin, idare mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edileceği hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, Çatakköprü-Sason-Yücebağ Diyarbakır İl hududu yolu yapımı ile yol için gerekli malzemenin temini işinin özel bir şirket tarafından üstlenildiği; davacı tarafından, Diyarbakır İli, Silvan İlçesi, Çatakköprü Köyü’nde bulunan evinde, söz konusu yolun yapımında kullanılacak mıcırın temini için taş ocağında dinamit patlatılması sonucu hasar oluştuğu iddiasıyla, uğradığı zarar miktarının tesbiti istemiyle 22/06/2004 tarihli dilekçeyle Silvan Asliye Hukuk Mahkemesine başvurulduğu; anılan Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 28/02/2005 tarihli raporda, “evde meydana gelen çatlakların patlamalar nedeniyle büyüdüğü” yolunda görüş bildirilmesine karşın, zararın miktar olarak tespit edilmediği; öte yandan, yüklenici şirket tarafından kullanılan patlayıcı maddelerin depodan çıkışı, sarfı, kullanılmayanların iadesi ve patlatılması aşamalarına ilişkin olarak jandarma tarafından tutanak düzenlendiği; bu tutanaklara göre, son patlamanın 07/12/2005 tarihinde gerçekleştirildiği; davacının, 24/4/2006 tarihinde kayda geçen dilekçeyle, uğradığı maddi zararın tazmini istemiyle adli yargı yerinde dava açtığı, bu davanın, uyuşmazlığın idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle reddedildiği, anılan kararın 02/12/2008 tarihinde kesinleşmesi üzerine, 03/12/2008 tarihli dilekçeyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda, zararı meydana getiren patlamaların devam etmesi nedeniyle süregelen bir zararın bulunduğu ve davacının Silvan Asliye Hukuk Mahkemesine başvurduğu tarihte zarar miktarının henüz kesin olarak ortaya konulamadığı; bu nedenle, dava açma süresinin tespit davasının açıldığı tarihten itibaren başlatılmasına olanak bulunmadığı anlaşıldığından, davacının, son patlamanın gerçekleştiği 07/12/2005 tarihinden itibaren bir yıl içinde uyuşmazlığın görüm ve çözümünde görevli olmayan adli yargı yerinde açtığı davanın süresinde açıldığının kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesince verilen 03/07/2015 günlü, E:2015/746, K:2015/739 sayılı ısrar kararının BOZULMASINA, dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.12.2016 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.(KAYNAK SİNERJİ MEVZUAT)
KARŞI OY
X- Diyarbakır 2. İdare Mahkemesince verilen 03/07/2015 günlü, E:2015/746, K:2015/739 sayılı ısrar kararının hukuk ve usule uygun olduğu anlaşıldığından, davacının temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanması gerektiği görüşüyle karara katılmıyoruz. (¤¤)
T.C DANIŞTAY 15.Daire Esas: 2016/ 245 Karar: 2016 / 1455 Karar Tarihi: 07.03.2016
ÖZET: İdari hizmetten kaynaklanan tam yargı davalarında sürelerin eylemin idariliğinin öğrenilmesi üzerine başlayacağı, idarilik kavramının bazen somut olaya göre olayın oluş anında bazen yapılan ceza yargılaması neticesinde ortaya çıkacağı, dava konusu olayda eylemin idarilik vasfının 2014 yılı itibariyle ortaya çıktığı ve süresinde açılan davada süre aşımı bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Bu itibarla, eksik inceleme sonucu davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
(AİHS m. 6) (2709 S. K. m. 129) (2577 S. K. m. 9, 13) (MESUTOĞLU – TÜRKİYE DAVASI)
İstemin Özeti: Antalya 4. İdare Mahkemesi’nin 12/10/2015 günlü, E:2015/406; K:2015/67 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Mahkeme kararının hukuka uygun olduğu, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Tetkik Hakimi:
Düşüncesi: Temyiz konu mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; 15.12.2004 tarihinde meydana gelen ölü doğum sebebiyle uğranıldığı iddia olunan 50.000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince; davacılar tarafından dava dilekçesinde, bakılan davanın, davacılardan ‘a zamanında müdahale edilmediğinden bahisle tedaviyi gerçekleştiren doktorlar aleyhine manevi tazminat ödenmesi istemiyle Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2014/297 sayılı dava dosyasına kayden açılan davada verilen 11.11.2014 tarih ve K:2014/636 sayılı karar üzerine 2577 sayılı Yasa’nın 9. maddesi uyarınca açıldığı ileri sürülmekte ise de, Manavgat 2.. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin anılan kararının, 2577 sayılı Yasa’nın 9. maddesi kapsamında zikredilen davanın “görev noktasından reddine” ilişkin bir karar olmadığı, söz konusu karar ile davanın, husumet nedeniyle reddine karar verildiği açık olduğundan, bakılan iş bu davanın, 2577 sayılı Yasa’nın 9. maddesi kapsamında bulunduğunu kabule olanak bulunmadığı, bu durumda, hastaya zamanında müdahale edilmediğinden bahisle zarara uğranıldığını en geç Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 26.11.2009 tarihinde açtıkları dava tarihinde öğrenen davacılar tarafından, bu tarihten itibaren 1 yıl içerisinde 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesi kapsamında davalı idareye tazminat istemiyle başvurulması ve tazminat isteminin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında 60 gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, 60 gün içinde dava açılması gerekirken bu süreler geçirildikten çok sonra 31/03/2015 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın süreaşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafça; usul ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülen İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacılardan, ……’ın 15.12.2004 tarihinde …. Devlet Hastanesi’nde ölü doğum gerçekleştirdiği, davacılar tarafından, ölü doğum olayının ….. Devlet Hastanesi doktorlarının ihmal ve kusuru sebebiyle gerçekleştiğinden bahisle doktorlar ……aleyhine 26/11/2009 tarihinde Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2009/818 esasına kayıtlı manevi tazminat davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda anılan hekimlerin kamu görevlisi olması nedeniyle Anayasa’nın 129/5. maddesi gereğince idari yargıda idare aleyhine dava açılması gerektiğinden davanın husumet nedeniyle reddine karar verildiği, anılan kararın 20.03.2015 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleşmesi sonrasında davacılar tarafından davalı idare aleyhine, ölü doğumun meydana gelmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle 50.000,00-TL tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle 31/03/2015 tarihinde açılan davada dava dilekçesinin merciine tevdi kararı verilmesi üzerine talebin davalı idarece cevap verilmemek suretiyle reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Dava açma süresini saptarken, bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiğinden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan süreye ilişkin mevzuat kurallarının yorumlanmasında kişilerin haklarının ihlali yönünde ağır sonuçlara varan yorumdan kaçınmak gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.
Davacı tarafından görevsiz yargı merciinde 26.11.2009 tarihinde eylemi gerçekleştiren doktorlar aleyhine tazminat davası açıldığı, bu davanın Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 11.11.2014 günlü, E:2014/297 K:2014/636 sayılı kararı ile “olayda hizmet kusurunun olduğu ve husumetin idareye karşı yöneltilmesi gerektiği” gerekçesiyle husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesi ve kararın 20.03.2015 tarihinde kesinleşmesi üzerine 1 yıl içerisinde 31.03.2015 tarihinde bakılmakta olan tam yargı davasının açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda her ne kadar Mahkeme tarafından hekimler aleyhine adli yargıda açılan tazminat davasının açılış tarihi olan 26.11.2009 tarihi itibariyle zararın ortaya çıktığı bu tarihten itibaren 1 yıl içerisinde idareye başvuru yapılıp dava açılmadığı gerekçesiyle süre yönünden davanın reddine karar verilmişse de, davacı tarafından eylemin idariliğinin adli yargıda hekimler aleyhine açılan tazminat davasında verilen Anayasa 129. Madde 5. Fıkra gereği idari yargıda idare aleyhine dava açılması gereği davanın husumet yokluğu nedeniyle usulden reddine ilişkin kararın verildiği tarih olan 11.11.2014 tarihi itibariyle öğrenildiği ve bunun üzerine 31.03.2015 tarihinde davasını açtığı, Mahkeme tarafından 21.05.2015 tarihinde merciine tevdi kararı verdiği davalı idarece talebin zımnen reddedildiği görülmüştür.
Bu durumda idari hizmetten kaynaklanan tam yargı davalarında sürelerin eylemin idariliğinin öğrenilmesi üzerine başlayacağı, idarilik kavramının bazen somut olaya göre olayın oluş anında bazen yapılan ceza yargılaması neticesinde ortaya çıkacağı, dava konusu olayda eylemin idarilik vasfının 2014 yılı itibariyle ortaya çıktığı ve süresinde açılan davada süre aşımı bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
Bu itibarla, eksik inceleme sonucu davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Antalya 4. İdare Mahkemesi’nin 12/10/2015 günlü, E:2015/406; K:2015/67 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren (15) onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (¤¤)(KAYNAK SİNERJİ MEVZUAT)
T.C DANIŞTAY 15.Daire Esas: 2014/ 3397 Karar: 2014 / 4201 Karar Tarihi: 23.05.2014
ÖZET: Doktorlar aleyhine açılan ceza davası sonucu İzmir 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 02.11.2010 tarihli kararıyla, doktorlar hakkında görevi ihmal suçundan dolayı 5 ay hapis cezası verildiği bunun üzerine 15.12.2010 tarihinde doktorlar aleyhine İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddedilerek 11.09.2012 tarihinde buna ilişkin kararın kesinleştiği, davacının söz konusu kararın kesinleşmesiyle birlikte eylemi ve eylemin idareye atfedilebilir olduğunu öğrendiği 11.09.2012 tarihinden itibaren 1 yıl içinde, 30.07.2013 tarihinde idareye yaptığı başvurunun reddi üzerine 25.11.2013 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir.
(2577 S. K. m. 13)
İstemin Özeti: İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin 24.01.2014 tarih ve E:2014/93; K:2014/80 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi: Çiğdem Demir
Düşüncesi: Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; davacının, 04.07.2006 tarihinde kesilen elindeki cam kırıklarının İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisinde yapılan müdahalede tam olarak alınmadığından ikinci kez ameliyat olması nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü 40.000 TL manevi zararın olay tarihi olan 04.07.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İzmir 1. İdare Mahkemesi’nce; davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, davanın süresinde olduğu iddiasıyla anılan Mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13 üncü maddesinde idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli olduğu, bu isteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilecekleri, görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmayacağı kuralına yer verilmiştir.
Yukarıda anılan Kanun maddesinde idareye başvuru süresinin, idari eylemlerden zarar gören kişilerin eylemi öğrendiği tarihten itibaren başlayacağı saptanmış olmaktadır. Bu haliyle başvurma süresine başlangıcı yalnızca eylem tarihi ve zararlı sonucun doğduğu tarihi esas almanın, zararın henüz ortaya çıkmadığı veya çıksa bile zararın çıkış sebebinin öğrenilemediği durumlarda dava açma süresinin çok kısalmasına yol açacağı yada dava açma hakkını ortadan kaldıracağı ve hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır. Bundan dolayı zararın doğmasına sebep olan eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihi esas almak gerekmektedir.
Eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar ise, bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden, 04.07.2006 tarihinde davacının kendisine ait mobilya imalathanesinde kırılan camın eline battığı ve sol elinin avucunda kesi meydana geldiği, götürüldüğü İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisinde tıbbi müdahalede bulunularak cam kırıkları temizlenerek eline dikiş atıldığı, ancak acılarının devam etmesi ve sol elini kullanamaması üzerine gittiği Özel İbni Sina Tıp Merkezinde tekrar yapılan muayenesinde elinde 3 cm boyunda, 2 cm eninde bir cam parçasının unutulduğunun tespit edildiği, 10.10.2006 tarihinde de Özel Doruk Tıp Merkezinde yapılan müdahale ile sol elinde bulunan cam parçasının çıkarıldığı, davacının yaptığı şikayet üzerine İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisinde kendisine ilk müdahaleyi yapan doktorlar aleyhine açılan ceza davası sonucu İzmir 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 02.11.2010 günlü ve E.2007/2052, K:2010/1149 sayılı kararıyla, doktorlar hakkında görevi ihmal suçundan dolayı 5 ay hapis cezası verildiği, bu karar sonrası 15.12.2010 tarihinde doktorlar aleyhine İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/593 esasında tazminat davası açıldığı, ancak anılan Mahkemenin 04.07.2012 günlü ve E.2010/593, K.2012/334 sayılı kararıyla davanın husumet yönünden reddedildiği, bu kararında temyiz edilmeyerek 11.09.2012 tarihinde kesinleştiği, bu defa davacı vekili tarafından verilen 30.07.2013 günlü dilekçeyle davalı idareden yanlış tedavi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen acı ve ızdırap karşılığı 40.000 TL manevi tazminatın ödenmesinin talep edildiği, ancak bu başvuruya davalı idarece bir cevap verilmemesi üzerine 25.11.2013 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Buna göre, doktorlar aleyhine açılan ceza davası sonucu İzmir 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 02.11.2010 tarihli kararıyla, doktorlar hakkında görevi ihmal suçundan dolayı 5 ay hapis cezası verildiği bunun üzerine 15.12.2010 tarihinde doktorlar aleyhine İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddedilerek 11.09.2012 tarihinde buna ilişkin kararın kesinleştiği, davacının söz konusu kararın kesinleşmesiyle birlikte eylemi ve eylemin idareye atfedilebilir olduğunu öğrendiği 11.09.2012 tarihinden itibaren 1 yıl içinde, 30.07.2013 tarihinde idareye yaptığı başvurunun reddi üzerine 25.11.2013 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 s. Kanun’un 49 uncu maddesine uygun bulunan davacı temyiz isteminin kabulüyle İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin 24.01.2014 tarih ve E:2014/93; K:2014/80 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 s. Kanunun 54 üncü maddesinin 1 inci fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.05.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
İdare mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yoluyla incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49 uncu maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür.
İdare Mahkemesi’nce verilen karar ve dayandığı gerekçe, hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddiyle Mahkeme kararının onanması gerektiği oyuyla çoğunluk kararına katılmıyorum. (¤¤)(KAYNAK SİNERJİ MEVZUAT)