Devlet İşlemlerinde Kanun Yolu ve Süreleri Belirtmek Zorundadır – İDARİ İŞLEME KARŞI BAŞVURU YOLLARININ GÖSTERİLMEMESİ RET KARARINDA BAŞVURU YOLLARININ GÖSTERİLMEMESİ KANUN YOLLARININ VE SÜRESİNİN GÖSTERİLMEMESİ

KAYNAK : SİNERJİ MEVZUAT

T.C DANIŞTAY 15.Daire Esas: 2016/ 9416 Karar: 2016 / 6509 Karar Tarihi: 29.12.2016

ÖZET: Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın ilgili maddesindeki düzenlemeye rağmen; 03.11.2006 tarihli davalı idareye başvuru sonrası davacının yanlış yönlendirilmesi neticesinde davanın doğru hasma yönlendirilmemiş olması, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlal edilmiş olması karşısında, süre aşımından söz edilemeyecektir. Bu durumda, Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken; bakılan davada en geç 04.12.2007 tarihli bilirkişi raporu ile belediyenin kusurlu olduğunun öğrenildiği kabul edilerek davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.

(AİHS m. 6) (2709 S. K. m. 11, 36, 40) (2577 S. K. m. 9, 13) (MESUTOĞLU – TÜRKİYE DAVASI)

İstemin Özeti: Adana 1. İdare Mahkemesi’nin 13/06/2016 tarih ve E:2016/387; K:2016/543 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: Mahkeme kararının hukuka uygun olduğu, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Düşüncesi: Temyize konu İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce; tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

Dava; 27.08.2006 tarihinde yaşanılan trafik kazası nedeniyle oluştuğu ileri sürülen davacı için 10.000,00 TL manevi, 91.500,00 TL maddi ve davacı için 10.000,00 TL manevi, 10.000,00 TL maddi tazminatın ödenmesi istemiyle açılmıştır.

Adana 1. İdare Mahkemesi’nce; bakılan uyuşmazlıkta; adli yargı yerinde açılmış bir davanın görev noktasından reddi söz konusu olmadığı gibi, adli yargıda görülen davada hasım mevkiinde de yer almadığından olayda 2577 sayılı Kanun’un 9. maddesinin uygulanmasına imkan bulunmadığı ve kazanın 27.08.2006 tarihinde gerçekleştiği; 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde ifadesini bulan bir ve beş yıllık dava açma süresi içinde dava açılması gerekirken her iki sürenin de geçirilmesi suretiyle 25.04.2016 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan işin esasının incelenmesine olanak görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almıştır.

Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.

Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden, Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları kuşkusuzdur.

Hak arama özgürlüğü, haklarının ihlal edildiğini ileri süren bireylerin, ihlalin durdurulması ve olumsuz etkilerinin giderilmesi maksadıyla yetkili makamlara başvurma hakkını ihtiva etmektedir. Bu sebeple hak arama özgürlüğünü yalnızca mahkemelere başvurma hakkıyla sınırlamamak gereklidir. Zira ihlalin niteliği de göz önüne alındığında, ihlalin olumsuz etkilerinin giderilmesi yolunda bir karar verebilecek idari makama da başvuru yapılabilecektir. Nitekim Anayasanın 40. maddesi ile ” Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. ” hükmü bu durumu destekler nitelikte olan temel normlardandır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.

2577 sayılı Kanun’un 13’üncü maddesi uyarınca idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her durumda eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak zararlarının tazminini istemeleri, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ise bu konudaki işlemin tebliğ tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği, görevli olmayan yargı mercilerine açılan tam yargı davalarının görev yönünden reddi halinde idareye başvurma şartının aranmayacağı düzenlenmiştir.

Dava açma süresini saptarken, bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiğinden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan süreye ilişkin mevzuat kurallarının yorumlanmasında kişilerin haklarının ihlali yönünde ağır sonuçlara varan yorumdan kaçınmak gerekmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; 27.08.2006 tarihinde meydana gelen kaza neticesinde, öncelikle davacı tarafından Adana 5. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2006/11 D.İş sayılı dosyasında Adana Büyükşehir Belediyesi aleyhine tespit davası açılarak bilirkişi incelemesi ve delil tespiti yaptırıldığı, bu dosyada hazırlanan bilirkişi raporunda yolun yapımından sorumlu kuruluşun asli kusurlu olduğu kanaatinin belirtildiği, bunun üzerine davacının uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmini istemiyle 03.11.2006 tarihinde davalı belediyeye başvuruda bulunduğu, davalı belediye tarafından sorumlu kuruluşun Adana Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon Genel Müdürlüğü olduğu belirtilerek başvurusunun reddedildiği ve sonrasında yol yapım çalışmasını yürüten Sermet MERİÇ ve Adana Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon Genel Müdürlüğü aleyhine 13.04.2007 tarihinde adli yargıda tazminat davası açıldığı, bu mahkemece alınan 04.12.2007 tarihli bilirkişi raporunda dava dışı Adana Büyükşehir Belediyesi’ne kusur atfedildiği, 17.09.2013 tarihli mahkeme kararının Yargıtay ilamı ile bozulduğu ve davalı belediye açısından hizmet kusuruna dayanılarak Büyükşehir Belediyeleri hakkında açılacak davalarda idare mahkemesinin görevli olduğunun belirtildiği ve bunun üzerine adli yargıdaki sözkonusu davaya Adana Büyükşehir Belediyesi’nin dahili davalı olarak eklendiği, mahkemece 15.03.2016’da nihai kararın verilmesi üzerine de, 25.04.2016 tarihinde davalı Adana Büyükşehir Belediyesi aleyhine bakılan davanın açıldığı, her ne kadar davacı tarafından başından itibaren davalı idare hasım olarak gösterilip, zararlarının tazmini istemiyle süresinde davalı idareye başvuru yapılmış ise de, davalı belediyece sorumluluğun kendilerinde olmadığı söylenmekle davacının yanlış yönlendirildiği ve bilirkişinin davalı belediyeye kusur atfına mahkemece itibar edilip edilmeyeceği anlaşılamadığından; davacı tarafından mahkeme kararının kesinleşmesinin beklenmesi tabii olup, nihai karar sonrasında gecikmesizin davalı idare aleyhine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu haliyle, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye rağmen; 03.11.2006 tarihli davalı idareye başvuru sonrası davacının yanlış yönlendirilmesi neticesinde davanın doğru hasma yönlendirilmemiş olması, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlal edilmiş olması karşısında, süre aşımından söz edilemeyecektir.

Bu durumda, Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken; bakılan davada en geç 04.12.2007 tarihli bilirkişi raporu ile belediyenin kusurlu olduğunun öğrenildiği kabul edilerek davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Adana 1. İdare Mahkemesi’nin 13/06/2016 tarih ve E:2016/387; K:2016/543 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.12.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

T.C.DANIŞTAY15. DAİREE. 2016/6255K. 2017/2613T. 17.5.2017İstemin Özeti : İstanbul 7. İdare Mahkemesi’nin 15/11/2012 tarih ve E:2011/2087; K:2012/1928 Sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.Savunmaların Özeti avalı idarelerce Makeme kararının hukuka uygun olduğu, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.Düşüncesi :TÜRK MİLLETİ ADINAKarar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:KARAR : Dava; 23.10.2009 tarihinde İstanbul Boğaziçi Köprüsüne, kullandığı bisiklet ile geldikten sonra köprünün ortasında bisikletten inerek kendisini köprüden aşağıya bırakan davacının oğlunun gaipliğine karar verilmesi nedeniyle, Boğaziçi Köprüsünün yalnızca motorlu taşıtlara açık olduğu, bu sebeple idarelerin köprüye bisikletle gelenoğlunun girişini engellememeleri sebebiyle gözetim ve kontrol görevlerini yerine getirmedikleri için hizmet kusuru işlediklerinden bahisle oluştuğu iddia edilen 1.000,00-TL maddi, 50.000,00-TL manevi zararın; yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.İstanbul 7. İdare Mahkemesince; ‘nın tazminat işleminin reddine dair işleminin davacıya tebliğ edildiği 15.09.2011 tarihinden itibaren 60 günlük dava açma süresinin son günü olan 14.11.2011 tarihine kadar dava açılması gerekirken 08.12.2011 tarihinde dava açılması, ‘nün tazminat isteminin reddine dair işleminin davacıya tebliğ edildiği 29.09.2011 tarihinden itibaren 60 günlük dava açma süresinin son günü olan 28.11.2011 tarihine kadar dava açılması gerekirken 08.12.2011 tarihinde dava açılması nedeniyle, davanın ve ‘ne yönelik tazminat istemi bakımından süre aşımı yönünden reddine, Boğaziçi Köprüsü ile ilgili hizmetlerin yerine getirilmesinde kamu tüzel kişiliğine sahip, özel bütçeli ‘nün kurulmuş olması, bu genel müdürlüğün karayolları ve karayollarıyla ilgili hizmetlerin, güvenli ve çevreye duyarlı bir şekilde yapılması veya yaptırılması hususunda görevli olması bu sebeple Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın olayda herhangi bir kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yönünden reddine karar verilmiştir.Davacı tarafından, anılan mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.Temyize konu mahkeme kararının yönünden davanın reddine dair kısmında 2577 Sayılı kanunun 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından davacının bu kısma yönelik temyiz istemi yerinde görülmemiştir.Kararın, ve yönünden davanın süre aşımı sebebiyle reddi kısmı incelendiğinde;Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 Sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almıştır.

Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi sebebiyle yapıldığına değinilmiştir.Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden, Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idarimakamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları kuşkusuzdur.Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, birözel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 Sayılı kararında; 5225 Sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk sebebiyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.Tüm bu açıklamalar sonucunda; devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesinin zorunlu olduğu ortaya çıkmaktadır.Öte yandan, Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiştir.Anayasa’da yer alan düzenlemeler normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür.Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmişse de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idariişlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan yazılı bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından bu bildirimin dava açma süresini işlemeye başlatması düşünülemeyecektir.

SONUÇ : Dava dosyasının incelenmesinde, 23.10.2009 tarihinde istanbul Boğaziçi Köprüsüne, kullandığı bisiklet ile geldikten sonra bisikletten inerek kendisini köprüden aşağıya bırakan davacının oğlunun gaipliğine karar verilmesi sebebiyle davacının maddi ve manevi zararının tazmin edilmesi istemiyle davalı idarelere karşı doğrudan dava açıldığı, İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin 15.07.2011 tarih ve E:2010/2231; K:2011/1589 Sayılı kararıyla dilekçenin merciine tevdii kararı verildiği, merciine tevdi kararında …. “dava dilekçesinin T.C. , , Ulaştırma Bakanlığı’na tevdiine … karar verildi.” şeklinde hüküm kurulduğu, Anayasa’nın 40. maddesinde belirtilen “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü gereğince dava dilekçesinin ilgili idarelere tevdiinden sonra davacının hangi sürede hangi kanuni yollara başvurulabileceği açıklamasının yapılmadığı, tevdii kararının, davalılardan ‘na 10.08.2011 tarihinde, na 11.08.2011 tarihinde, ‘ne de 15.08.2011 tarihinde tebliğ edildiği, merciine tevdi kararı sonrası Ulaştırma Bakanlığı’nın mahkemeden gelen merciine tevdii kararını ‘ne göndermek suretiyle isteme cevap vermediği ve istemi 10.10.2011 tarihinde zımnen reddetmiş sayıldığı, ve ‘nün tazminat istemini reddettikleri ve ret işleminin 15.09.2011, ‘nün ret işleminin ise 29.09.2011 tarihlerinde davacıya tebliğ edildiği, bahse konu ret işlemlerinde her iki idare tarafından yukarda açıklanan Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmü gereğince, ret işlemine karşı hangi sürede hangi kanun yoluna başvurulabileceği konusunda bir açıklama yapılmadığı görülmüş olup, ret işlemine karşı tam yargı davasının ise 08.12.2011 tarihinde açılmış olduğu anlaşılmıştır.Bu durumda; Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne aykırı olarak, davacının tazminat isteminin reddine dair işlemlerde dava açma süresi ve başvuru yolları belirtilmediği için dava açma süresinin işlemeye başladığı kabul edilemeyeceğinden, Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinde usule uygunluk bulunmamaktadır.SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kısmen reddi ile İstanbul 7. İdare Mahkemesi’nin 15/11/2012 tarih ve E:2011/2087; K:2012/1928 Sayılı kararının, yönünden davanın reddine dair kısmının ONANMASINA, oybirliğiyle, davacının temyiz isteminin kısmen kabulüyle ve yönünden davanın süre aşımı sebebiyle reddine dair kısmının BOZULMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 Sayılı Kanun’un 18.06.2014 gün ve6545 Sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oyçokluğuyla, 17/05/2017 tarihinde karar verildi.

Related Posts

blank

İdari Yargıda Duruşma Açılması

İdari Yargıda Duruşma Açılır Mı ? İdari yargılamada kural olarak duruşma açılmaz ve dosya üzerinden mahkemeler karar verir. Duruşma açılması ise istisnai hallerde talep üzerine olur. İYUK 17/3“Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.” Dava dilekçesinde duruşma talep...

Yorum Bırakın

Recent Articles

blank
Eylül 3, 2024
Trafik Kazası Sonrası Arayan Çantacıların Dolandırıcılık Tuzağı
blank
Eylül 2, 2024
Yabancıları Dilekçe Yazma Vaadi İle Dolandıranlar
blank
Ağustos 3, 2024
Mirasta İade ve Denkleştirme Davası Detaylı Rehber
blank
Ağustos 3, 2024
Gümrükte Kaldım Para Yolla Diyen Kadınlar Erkekleri Dolandırıyor
blank
Ağustos 1, 2024
Kocası Ölen Eşin Çocukları ve Üstsoy İle Beraber Miras Payı Nedir?
blank
Temmuz 26, 2024
Manevi Tazminat Davası Açarsan Parasal Sınıra Takılmadan İstinaf Edebilirsin
blank
Temmuz 8, 2024
Tanık Duruşmaya Gitmezse Ne Olur? Tanık Duruşmadan Nasıl Kaçabilir?
blank
Temmuz 5, 2024
Tek Taraflı Kazada KASKO Ödemesi Sürücüye İtiraz ve Dava
blank
Temmuz 5, 2024
Üfürükçü Sözde Hocaların Söyledikleri Suç Mu?
blank
Temmuz 2, 2024
Çekle Araba Dolandırıcılığı Büyük Tuzak
blank
Temmuz 2, 2024
Yasadışı Bahis Dolandırıcılarının Yeni Tuzağı Para İadesi
blank
Haziran 28, 2024
Gürültücü Komşuya Karşı Hukuk Savaşı Rehberi
blank
Haziran 14, 2024
Avukat Kimlik Kartı Fotoğrafı İle İnsanları Dolandırıyorlar
blank
Haziran 10, 2024
Başıboş Sokak Hayvanları Uyutulabilir Mi?
blank
Haziran 10, 2024
Vekaletname 10 Yıl Mı Geçerlidir?
× Avukata Sor