Enflasyonda Eriyen Alacağın Faturası Vatandaşa Yüklenemez
Zübeyde Tatar başvurusunda Anayasa Mahkemesi, kamulaştırma sürecinde taşınmaz sahibine ödenen bedelin enflasyon karşısında reel değerini yitirmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini tespit etmiş ve kamulaştırma bedelinin ekonomik gerçekler doğrultusunda korunması gerektiğine vurgu yapmıştır.
Enflasyon ve Mülkiyet Hakkı İlişkisi
Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkının Anayasa’nın 35. maddesinde korunduğunu belirtmekle birlikte, kamulaştırma gibi zorunlu müdahalelerin de kamu yararı doğrultusunda yapılabileceğini kabul etmektedir. Ancak, bu tür müdahalelerin orantılı olması ve taşınmaz sahibinin mağduriyetini asgariye indirmesi gerektiği bir anayasal gerekliliktir. Kamulaştırma sürecinde orantılılık ilkesinin uygulanabilir olması, yalnızca taşınmaz bedelinin nominal olarak ödenmesiyle sağlanamaz; bu bedelin reel anlamda da korunmuş olması gerekir. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, yüksek enflasyon oranlarının kamulaştırma bedellerini erozyona uğrattığı bir ekonomik gerçekliktir.
Mahkeme, bu noktada enflasyonun mülkiyet hakkını zedeleyen bir unsur olarak devreye girdiğini kabul ederek, mülkiyet sahibine ödenen kamulaştırma bedelinin enflasyon karşısında değer kaybetmesini önleyecek bir mekanizma olarak faizin uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Kararda dikkat çeken nokta, Anayasa Mahkemesi’nin, kamulaştırma bedelinin ödenmesi sırasında faizin yetersiz kalması durumunda enflasyon karşısında mülk sahibinin maruz kaldığı zararın tazmin edilmesi gerektiğine dair yaklaşımıdır.
Kararın Enflasyon ve Faiz Açısından Değerlendirilmesi
Mahkeme’nin yaptığı tespitler arasında en kritik unsur, kamulaştırma bedelinin belirlenmesinde kullanılan faiz oranının, taşınmazın ekonomik değerini enflasyonist etkilerden nasıl koruyacağıdır. Kararda, başvurucuya ödenen kamulaştırma bedelinin yetersiz kaldığı; çünkü enflasyonun etkilerinin yeterince giderilmediği vurgulanmıştır. Özellikle, kamulaştırma bedelinin 3.852,94 TL’lik kısmının 2017 yılında ödendiği ve geri kalan 1.737,23 TL’nin 2019 yılında ödenmiş olmasına rağmen, bu süre zarfındaki enflasyon oranının dikkate alınmadığı ifade edilmiştir. Bu, Anayasa Mahkemesi’nin kamulaştırma süreçlerinde mülkiyet hakkının korunması için sadece nominal ödemelerin değil, reel değerlerin de hesaba katılması gerektiğini gösterir.
Kararda, TÜİK verilerine göre yapılan değerlendirmede, 2014 yılında belirlenen kamulaştırma bedelinin, 2019 yılına kadar geçen sürede enflasyon nedeniyle değer kaybına uğradığı ve enflasyonun etkilerinin göz önünde bulundurulmaması durumunda mülk sahibinin ekonomik olarak zarar göreceği belirtilmiştir. Mahkeme, paranın zaman içerisindeki değer kaybını dikkate alarak yapılan hesaplamaların reel adaleti sağlamak için gerekli olduğuna vurgu yapmıştır. Bu yaklaşım, özellikle mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde adil denge ilkesinin tesis edilmesi gerektiği ilkesini pekiştirmektedir.
Mahkeme’nin bu kararı, mülkiyet hakkının korunmasında enflasyonun paranın değer kaybı üzerindeki etkisini dikkate alan önemli bir içtihattır. Özellikle Türkiye gibi yüksek enflasyon oranlarına sahip ülkelerde, kamulaştırma bedellerinin reel olarak korunması büyük önem taşır. Bu karar, kamulaştırma süreçlerinde mülk sahibinin mağdur edilmemesi için faiz oranlarının belirlenmesinde titiz bir yaklaşım gerektiğini göstermekte ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının sadece mülkiyetten yoksun bırakılmama değil, aynı zamanda adil bir bedelle tazmin edilme hakkını da kapsadığını teyit etmektedir.
Mülkiyet Hakkı ve Enflasyon İlişkisi Üzerine
Anayasa Mahkemesi’nin Zübeyde Tatar kararı, mülkiyet hakkının korunması noktasında enflasyon ve paranın zaman içerisindeki değer kaybı üzerine yapılan tespitlerle önem arz etmektedir. Mahkeme, kamulaştırma bedelinin ödenmesi sırasında enflasyonun göz ardı edilmesinin, taşınmaz sahibine aşırı ve olağandışı bir külfet yüklediğini tespit ederek, enflasyon karşısında kamulaştırma bedelinin gerçek değerinin korunması gerektiğini vurgulamıştır.
Bu bakımdan, enflasyonun etkilerini bertaraf eden düzenlemeler, mülkiyet hakkını ihlal eden müdahalelerin orantılılık ilkesine uygun hale getirilmesi açısından büyük önem taşır. Karar, hukuk literatürüne, mülkiyet hakkının korunması ve ekonomik denge unsurlarının dikkate alınması konusunda önemli bir katkı sağlamaktadır.
Türkiye’de yaşanan ekonomik ve hukuki gelişmelerin etkisiyle, yerel mahkemelerin bazı durumlarda maddi zararları, özellikle munzam zararı gibi talepleri reddettiği gözlemlenmektedir. Bu tür zararlar genellikle ekonomik dalgalanmalardan veya hukuki belirsizliklerden kaynaklanan kayıplar olarak tanımlanır. Ancak yerel mahkemelerin bu zararları kabul etmemesi, hukuk sisteminde tutarsızlıklar doğurabilir.
Yargıtay’ın olumsuz kararları zaman zaman yerel mahkemeleri destekler nitelikte olabilir. Yargıtay, belirli olayların somut koşullarına dayanarak maddi zarar taleplerini reddedebilir. Bu süreç, zarar gören tarafın hak kaybı yaşadığı ve adaletin sağlanmadığı düşüncesini doğurabilir. Bu noktada başvurucular, nihai itiraz yolları olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvururlar.
Anayasa Mahkemesi’nin içtihat birliğini sağlamadaki rolü ve hukukun üstünlüğüne olan bağlılığı, yerel mahkemeler ve Yargıtay’dan farklı bir noktada durmaktadır. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurular kapsamında hak arayışlarına daha geniş bir perspektifle yaklaşır. Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları, mülkiyet hakkı, adil yargılanma ve ekonomik haklar bağlamında yerel mahkemelere yol gösterici olup hukukun eşit ve adil uygulanmasını sağlar.
Anayasa Mahkemesi, yerel mahkemeler ve Yargıtay’ın kararlarına karşı yapılan bireysel başvurularda, adil yargılanma ilkesi ve mülkiyet hakkı çerçevesinde zarara uğrayan bireyin haklarını koruma yönünde kararlar verebilmektedir. Bu süreçte, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlaline ilişkin tespitleri ve kararları, bozma kararına dönüşebilir. Yerel mahkemeler, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymak zorundadır ve bozma kararının ardından yeniden yargılama süreci başlatılır.