Enflasyon Karşısında Alacakların Değer Kaybı Neden Gündemde?
Son yıllarda Türkiye’de en çok konuşulan sorunlardan biri yüksek enflasyon. Raflardaki fiyat etiketleri sürekli değişiyor, alım gücü düşüyor ve bu durum yalnızca günlük yaşamı değil, hukuki ilişkileri de derinden etkiliyor. Özellikle alacak-borç ilişkilerinde, paranın zaman içindeki değer kaybı, taraflar arasında ciddi uyuşmazlıklara yol açıyor.
Bir örnek düşünelim: Bugün birine borç verdiniz, yıllar sonra geri aldınız. Ancak o para, enflasyon yüzünden alım gücünü çoktan yitirmiş oluyor. Borçlunun ödediği para nominal olarak doğru görünse de alacaklının gerçek zararı karşılanmamış oluyor. İşte tam da bu noktada mahkemelerin önüne giderek artan davalar çıkıyor. Çünkü alacaklılar, “Benim alacağım enflasyon karşısında eridi, mağdur oldum” diyerek çözüm arıyor.
Bu artan şikâyetler karşısında Anayasa Mahkemesi de devreye girdi ve çok önemli bir pilot karar verdi. Pilot karar, yalnızca tek bir dosyayı çözmekle kalmaz, benzer durumdaki yüzlerce, hatta binlerce dosyaya yön verir. Bu nedenle alınan karar, hem hukuk sisteminde hem de vatandaşların günlük yaşamında büyük etki yaratacak nitelikte.
TÜİK verileriyle yıllara göre enflasyon oranları
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine baktığımızda tablo oldukça net. 2009’dan 2024’e kadar yıllık tüketici fiyat endeksi (TÜFE) oranları dikkat çekici dalgalanmalar gösteriyor. Örneğin 2011’de %10 seviyesinde seyreden yıllık enflasyon, 2022 ve 2023’te %64’leri aşarak zirveye çıkmış durumda. 2024 yılı verileri de %44 seviyelerinde. Bu oranlar bize şunu gösteriyor: Paranın alım gücü her geçen yıl eriyor ve alacaklı, parasını nominal olarak alsa bile reel anlamda ciddi kayıplara uğruyor.

Faiz oranları enflasyonu karşılamaya yetiyor mu?
Peki kanunlarda öngörülen faiz oranları bu kaybı telafi edebiliyor mu? Ne yazık ki hayır. 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizi Kanunu’nda belirlenen oranlar çoğu zaman TÜİK’in açıkladığı yıllık enflasyon oranlarının gerisinde kalıyor. Yani borçlu borcunu geç ödese bile ödediği faiz, alacaklının uğradığı gerçek değer kaybını karşılamıyor.
Alacaklının geciken ödemelerde uğradığı değer kaybı
Bir başka açıdan bakarsak, borcun zamanında ödenmemesi, alacaklının yalnızca sabrını değil, cebini de tüketiyor.
Örneğin 100.000 TL’lik bir alacak, yüksek enflasyon döneminde 2–3 yıl sonra tahsil edildiğinde, reel değer açısından neredeyse yarı yarıya eriyor. Borçlunun ödediği faiz ise çoğu zaman bu kaybı kapatmaya yetmiyor. Bu nedenle alacaklı, “Benim alacağım fiilen eridi” diyerek mahkemelere başvuruyor.
Mahkemeler Enflasyon Nedeniyle Alacak Kaybına Nasıl Bakıyor?
Yargıtay enflasyon karşısında alacaklıyı nasıl koruyor?
Anayasa Mahkemesi enflasyon kaybını mülkiyet hakkı ihlali sayıyor mu?
Pilot karar neden bu kadar önemli?
Hangi kanun maddesi alacaklıyı gerçekten koruyor? Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasındaki yaklaşım farkı ne?
Yargıtay’ın klasik yaklaşımı: Faiz yeterlidir
Yargıtay’ın uzun yıllar boyunca verdiği kararların ortak paydası şuydu:
“Temerrüde düşen borçlu, alacaklıya faiz öder. Bu faiz alacaklının uğradığı zararı karşılar.”
Bu yaklaşım, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizi Kanunu’na ve mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu ile bugünkü 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nın ilgili hükümlerine dayandırılıyordu. Ancak mesele şurada düğümlendi: Kanuni faiz oranı yıllar boyunca %9 olarak sabit kaldı. Oysa TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları aynı dönemde %30, %40, hatta %60 seviyelerine kadar çıktı.
Hal böyle olunca, “Faiz ödeniyor ama alacaklı hâlâ zararda. O zaman bu faiz gerçekten koruma sağlıyor mu?” sorusu kaçınılmaz hale geldi.
TBK m. 122 ve “munzam zarar” meselesi
İşte tam burada TBK m. 122 devreye giriyor. Madde açık:
“Temerrüde düşen borçlu, temerrüt faizinden başka bir zarar doğduğunu da ispat eden alacaklıya bu zararı da ödemekle yükümlüdür.”
Bu hüküm, uygulamada “munzam zarar” yani “aşkın zarar” olarak bilinir. Yani alacaklı, “Ben faizden daha fazla zarar gördüm” diyorsa, bunu ispatladığında fazladan bir tazminat da talep edebilir. Teoride bu yol, enflasyon karşısında alacaklının korunması için bir kapı aralıyordu.
Ama pratikte işler öyle kolay olmadı. Çünkü Yargıtay çoğu davada, “Enflasyon, faizle zaten dengelenmiştir” diyerek munzam zarar taleplerini reddetti. Bu da alacaklının fiilen korunmaması sonucunu doğurdu.
Anayasa Mahkemesi’nin yaklaşımı: Bu bir mülkiyet hakkı ihlalidir
İşte bu noktada Anayasa Mahkemesi (AYM) devreye girdi. AYM meseleye farklı bir açıdan, yani Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı perspektifinden baktı.
Kararda şu mantık kuruluyor:
- Alacak, Anayasa’ya göre mülkiyet hakkı kapsamındadır.
- Alacaklıya ödenen faiz, enflasyonu karşılamıyorsa, alacak reel değerini yitirir.
- Bu durumda alacaklının mülkiyet hakkına fiilen müdahale edilmiş olur.
AYM ayrıca, 40. maddede düzenlenen “etkili başvuru hakkı” açısından da önemli tespitler yaptı. Mahkemelerin munzam zarar taleplerini sistematik olarak reddetmesi, vatandaşın zararını giderecek etkili bir yargı yolunun bulunmadığını ortaya koyuyor. Yani mesele yalnızca borçlar hukuku değil; doğrudan anayasal bir hak ihlali.
Pilot karar: Yüzlerce dava için yol haritası
Anayasa Mahkemesi bu nedenle sıradan bir ihlal kararıyla yetinmedi. Pilot karar usulünü işletip TBMM’ye bildirim yaptı. Yani dedi ki:
“Bu sorun münferit değil, yapısal. Yasa koyucu olarak gerekli düzenlemeleri yapın.”
Ayrıca benzer başvuruların geçici olarak ertelenmesine hükmetti. Bu da demek oluyor ki, önümüzdeki süreçte yüzlerce, hatta binlerce davada mahkemeler, bu pilot kararın ışığında çözüm üretmek zorunda kalacak.

Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi
35. madde: Mülkiyet hakkı
Anayasa’nın 35. maddesi, herkesin mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğunu güvence altına alır. Anayasa Mahkemesi bu hakkı yalnızca taşınmaz veya eşya mülkiyetiyle sınırlı görmez; alacak hakkını da mülkiyet hakkı kapsamında kabul eder.
Kararda şu açık tespit yapılmıştır: Enflasyon nedeniyle alacakların reel değeri azalıyor ve mahkemeler, munzam zarar taleplerini sistematik olarak reddederek alacaklıyı korumuyor. Bu durumda, alacak hakkının korunmaması mülkiyet hakkına müdahale anlamına geliyor.
40. madde: Etkili başvuru hakkı
Anayasa’nın 40. maddesi, hakları ihlal edilen kişilere etkili başvuru imkânı sağlanmasını zorunlu kılar. AYM’ye göre, munzam zarar talebiyle açılan davaların sonuçsuz bırakılması veya öngörülen mekanizmanın fiilen işletilmemesi, vatandaş için “etkili başvuru yolu”nun ortadan kalkmasına neden oluyor.
Başka bir ifadeyle, mahkemeler yoluyla hakkını arayan alacaklı, enflasyon karşısında korunmadığı için yalnız bırakılıyor. Bu da mülkiyet hakkı ihlalinin yanı sıra, doğrudan etkili başvuru hakkının da ihlal edilmesi anlamına geliyor.
AYM’nin “alacaklı enflasyon karşısında korunmuyor” tespiti
Kararın en kritik vurgusu şu cümlede gizli:
“Alacaklı, enflasyon karşısında korunmamaktadır.”
Bu tespit, meseleyi yalnızca bir faiz oranı tartışması olmaktan çıkarıyor ve doğrudan anayasal güvence altındaki mülkiyet hakkı ihlaline dönüştürüyor. Yani mesele, kanuni faiz oranlarının düşük olmasıyla açıklanabilecek sıradan bir durum değil; sistematik ve yapısal bir hak kaybı.
Pilot Karar Usulü Nedir?
AYM’nin pilot karar mekanizması
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurulara ilişkin pilot karar mekanizması kullanarak, tek bir dosya üzerinden bütün benzer dosyaları etkileyecek yol haritaları çizebiliyor. Pilot kararın mantığı şudur: Eğer ihlal bireysel bir sorun değil de sistematik bir problem ise, tek tek dosyaları çözmek yerine, yasama ve yürütmeye bu sorunu giderecek çözüm üretme yükümlülüğü getirilir.
Benzer başvuruların ertelenmesi ve TBMM’ye bildirim süreci ne demek?
Somut olayda Anayasa Mahkemesi, yüzlerce davada benzer şikâyetlerin bulunduğunu tespit etti. Bu nedenle benzer başvuruların geçici olarak ertelenmesine karar verdi. Ayrıca kararı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) bildirerek, gerekli yasal değişikliklerin yapılması için adım atılması gerektiğini belirtti.
Yani AYM, bu meselede sorumluluğu yalnızca mahkemelere bırakmadı; yasama organına da açık bir görev yükledi.
Bu kararın diğer davalara etkisi
Pilot karar sayesinde bundan sonraki benzer dosyalar, tek tek Anayasa Mahkemesi önüne gitmeden çözüme kavuşabilecek. Ayrıca alt derece mahkemeleri de, Anayasa Mahkemesi’nin bu tespitlerini dikkate almak zorunda kalacak.
Kısaca söylemek gerekirse, bu karar yalnızca tek bir vatandaşın değil, Türkiye’deki tüm alacaklıların geleceğini ilgilendiriyor. Borçlunun borcunu geç ödemesi artık yalnızca bir “faiz” meselesi değil; anayasal bir hak ihlali olarak görülüyor.
Kararın Hukuk Düzeni Üzerindeki Etkileri
Bu karar özel hukuk ilişkilerini nasıl etkiler?
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar, ilk bakışta yalnızca alacaklı ile borçlu arasındaki özel bir hukuki ilişkiye dair gibi görünebilir. Oysa sonuçları çok daha geniştir. Çünkü AYM, “alacak” kavramını mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirmiştir. Bu da demek oluyor ki, artık bir borcun ödenmesi yalnızca tarafların sözleşme ilişkisini değil, anayasal güvence altındaki mülkiyet hakkının korunmasını da ilgilendiriyor.
Artık alacaklılar, enflasyon karşısında uğradıkları kaybı talep ederken sadece Türk Borçlar Kanunu m. 122 (munzam zarar) hükmüne değil, doğrudan Anayasa’nın 35. maddesine dayanabilecekler. Bu durum, alt derece mahkemelerinin de karar verirken daha geniş bir perspektifle değerlendirme yapmasını zorunlu kılacak.
Alacaklı–borçlu dengesine nasıl yansır?
Bugüne kadar sistem, çoğu zaman borçlunun lehine işledi. Çünkü kanuni faiz oranı enflasyonun altında kaldığında, borçlu borcunu geç ödese dahi reel anlamda avantajlı çıkıyordu. Bu karar sonrasında ise denge değişmeye başladı.
Alacaklı artık yalnızca “faiz” değil, enflasyon farkından doğan zararını da gündeme getirebilecek. Yani borçlunun “nasıl olsa faiz öderim” anlayışı büyük ölçüde geçerliliğini yitirecek. Bu, borcun zamanında ödenmesi yükümlülüğünü güçlendiren bir etki yaratacak.
Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasındaki yaklaşım farkı
En dikkat çekici noktalardan biri, Yargıtay ile AYM arasındaki yaklaşım farklılığıdır. Yargıtay uzun süre, “faiz alacaklıyı korumaya yeter” anlayışında ısrar etti. Ancak AYM, meseleyi anayasal bir mülkiyet hakkı ihlali olarak gördü.
Bu farklılık, alt derece mahkemeleri açısından da önemli bir yol ayrımına işaret ediyor. Artık hâkimlerin, sadece Yargıtay’ın dar yorumuna değil, AYM’nin geniş hak eksenli yaklaşımına da kulak vermeleri gerekiyor. Aksi halde verdikleri kararlar yeniden Anayasa Mahkemesi önüne taşınabilir.

Karşıoy Gerekçesi Ne Diyor?
Karşıoy sahipleri kimlerdir?
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararında üyelerden Selahaddin Menteş, Muhterem İnce ve Ömer Çınar çoğunluktan ayrılarak karşıoy kullandılar. Karşıoy yazıları, çoğu zaman kararın zenginleşmesini sağlar; çünkü farklı bir bakış açısını ortaya koyar. Bu dosyada da karşıoy, meseleyi farklı bir temelden tartışıyor.
İhlal gerçekten yapısal mı, yoksa yorum farklılığı mı?
Çoğunluğun kararında, sorun “yapısal” olarak tanımlandı. Yani Anayasa Mahkemesi, sorunun bireysel bir davadan öte, hukuk sistemindeki köklü bir eksiklikten kaynaklandığını söyledi. Oysa karşıoy sahiplerine göre durum böyle değil.
Onlara göre sorun, kanun boşluğundan ya da sistematik bir yetersizlikten kaynaklanmıyor. Aksine, mevcut mevzuat yani TBK m. 122 (munzam zarar hükmü) zaten alacaklıyı korumaya elverişli. Yalnızca mahkemeler bu hükmü yanlış yorumluyor ve dar uyguluyor. Dolayısıyla sorun, yasama organının müdahalesini gerektiren yapısal bir mesele değil; uygulama ve içtihat sorunu.
Yeniden yargılama vurgusu oldukça Önemli
Karşıoy yazısında dikkat çeken bir diğer nokta, ihlalin giderimi konusunda yapılan öneri. Çoğunluk, pilot karar yolunu seçip TBMM’ye bildirim yaparken; karşıoy sahipleri, somut başvuruda yeniden yargılama yapılması gerektiğini savundu.
Yani karşıoy diyor ki:
“Bu başvurucunun alacağı enflasyon karşısında eridi. İhlali gidermenin yolu, yasama organına çağrı yapmak değil; somut dosyada yeniden yargılama yaparak alacaklının zararını telafi etmektir.”
Çoğunluk ile karşıoy arasındaki temel fark
Özetlemek gerekirse:
- Çoğunluk: Sorun yapısal, çözüm TBMM’nin düzenleme yapmasıdır.
- Karşıoy: Sorun yapısal değil, mahkemelerin dar yorumundan kaynaklanıyor; çözüm yeniden yargılama yapılmasıdır.
Bu ayrım, Anayasa Mahkemesi’nin içindeki bakış açılarının çeşitliliğini de ortaya koyuyor. Çoğunluk, soruna sistemsel bakarak geniş bir anayasal yorum yaparken; karşıoy sahipleri, meseleyi bireysel başvuru bağlamında daha dar ve somut bir çerçevede çözmek gerektiğini savunuyor.
Kendi Görüşlerim
Bu karar, başvurucular açısından adaleti sağlamamıştır. Anayasa Mahkemesi ihlali tespit etmiş olmasına rağmen yeniden yargılama yolunu açmamış, tazminata da hükmetmemiştir. Oysa enflasyon karşısında eriyen alacak, yalnızca teorik bir hak kaybı değil, başvurucunun cebinde hissedilen somut bir zarardır.
Bu nedenle doğru yol, yeniden yargılama kararı verilmesi ve başvuruculara tazminat ödenmesiydi. Aksi halde ihlalin kabul edilip hiçbir giderim sağlanmaması, hukuk tekniği açısından büyük bir çelişki ve adalet duygusunu zedeleyen bir hukuk katliamı niteliğindedir.