Vicdani Kanaat Nedir? Ceza Yargılamasında Hâkim Kararını Ne Belirler?
Hâkimin kararını hangi ilke yönlendirir? Vicdani kanaat nasıl oluşur? Deliller hâkim için yeterli değilse ne olur?
Adaletin terazisi sadece yasalarla değil, insanın iç sesiyle de dengelenir. Ceza mahkemelerinde hâkimin sanık hakkında verdiği karar, sadece dosyada yazılı olanlarla değil, delillerin etkili değerlendirilmesiyle şekillenir. Ancak bu karar nasıl verilir, hâkim neye göre suçlu ya da suçsuz der?
Bu sorunun merkezinde, Türk ceza muhakemesi sisteminin en temel ilkelerinden biri yer alır: Vicdani kanaat.
Vicdani Kanaat Nedir?
Vicdani kanaat, hâkimin ceza yargılaması sürecinde elde edilen delilleri serbestçe değerlendirerek, hukuki çerçevede ve kendi iç dünyasında vardığı sonuçtur. Ancak burada bahsedilen vicdan, duygusal bir his değil; hukuka uygun, mantıklı ve gerekçelendirilebilir bir kanaattir.
📌 Ceza Muhakemesi Kanunu m. 217 açıkça der ki:
Delilleri takdir yetkisi
Madde 217 – (1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış
delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.
Yani hâkim, dosyadaki her belgeye değil; mahkeme salonunda tartışılmış ve hukuka uygun şekilde elde edilmiş delillere göre karar verir.
İşte bu değerlendirme süreci sonunda oluşan içsel kanaat, vicdani kanaat olarak tanımlanır.
Ceza Yargılamasında Vicdani Kanaatin Önemi Nedir?
Ceza yargılamasında hedef, maddi gerçeğe ulaşmak ve adil karar vermektir. Ancak maddi gerçek, her zaman net belgelerle ortaya çıkmayabilir. Deliller eksik ya da çelişkili olabilir. İşte böyle durumlarda, hâkimin bilgi birikimi, hukuk bilgisi ve hayat tecrübesi devreye girer.
Vicdani kanaat, bu noktada hâkime, suçun işlendiğine veya işlenmediğine dair kanaat oluşturma imkânı verir.
Ama bu yetki, keyfî değildir. Hâkim, “içime doğdu” diyerek değil, delillerin bütünlüğü, tutarlılığı ve mantık akışı içinde karar verir.
Vicdani Kanaatin Sınırları Nelerdir?
Hâkimin kanaati serbesttir ama sınırsız değildir. İşte o sınırlar:
1. Hukuka Uygun Delil Şartı
Hâkim, sadece hukuka uygun şekilde elde edilmiş delillere göre karar verebilir. Örneğin işkenceyle alınan ifade ya da izinsiz telefon dinlemesi delil sayılmaz.
📌 CMK m. 206/2-a bu tür delillerin reddedileceğini düzenler.
(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:
a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa.
c) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa.
2. Gerekçelendirme Zorunluluğu
Hâkim karar verirken kanaatini açıklamak zorundadır. Kararın gerekçesi, hem denetim hem de adil yargılama için zorunludur.
📌 CMK m. 230: “Hükümde gerekçeye yer verilir.”
3. Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi (in dubio pro reo)
Eğer delillerle suç kesin olarak ispatlanamıyorsa, hâkim suç isnadını kabul edemez.
Bu, Anayasa m. 36 ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir parçasıdır.
AİHM İçtihatlarına Göre Vicdani Kanaat Nasıl Olmalı?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ceza yargılamasında kararların keyfî değil, gerekçeli ve denetlenebilir olması gerektiğini sıkça vurgular.
📌 Taxquet v. Belgium (2010):
Kararların gerekçelendirilmemesi, bireyin yargılamaya katılma hakkını zedeler.
📌 Van Mechelen ve Diğerleri v. Hollanda (1997):
Sadece gizli tanık beyanına dayalı mahkûmiyetler, somut delillerle desteklenmedikçe adil değildir.
AİHM’e göre vicdani kanaat, hukuka uygun usullerle elde edilen delillere dayalı olmalı ve bu kanaat mutlaka yazılı ve anlaşılır gerekçelerle açıklanmalıdır.
Uygulamada Vicdani Kanaatin Sınırlılıkları ve Kamu Vicdanında Yarattığı Tepki
Kimi zaman ise hâkimin vicdani kanaati ile toplumun adalet beklentisi arasındaki fark, derin bir adaletsizlik duygusuna yol açmaktadır. Özellikle son yıllarda, ağır sonuçlara yol açan suçlar karşısında verilen cezaların yetersizliği kamuoyunda büyük infial uyandırmaktadır. İnsanları kasten ezip geçen, öldüren ya da sokak ortasında magandalık yapan kişilerin “taksirle ölüme sebebiyet” gibi daha hafif suçlardan yargılanmaları ve oldukça düşük cezalarla topluma geri salınmaları, mağdurlar açısından bir ikinci mağduriyet yaratmaktadır. Eli bıçaklı bireylerin sokakta rahatça dolaşabildiği, iş yerlerinin kurşunlandığı, organize suç örgütlerinin “adeta kurumsallaşarak” büyüdüğü, dolandırıcılık şebekelerinin sahte kimlikler ve kiralık hesaplarla onlarca vatandaşı ağına düşürdüğü bir ortamda, vicdani kanaat ve delil serbestisi ilkesi tek başına adaleti sağlamaya yetmemektedir. Devletin bu suç ağlarını hâlâ tam anlamıyla ortadan kaldıramamış olması, cezaevlerinin doluluğu kadar, cezaların caydırıcılığının sorgulanmasını da beraberinde getirmektedir. Oysa bazı ülkelerde, organize suçlara karşı kurulan yüksek güvenlikli ceza yerleşkeleri —örneğin Latin Amerika ülkelerinde ya da Doğu Avrupa’daki bazı sistemlerde— hem suçun yeniden işlenmesini hem de içeriden dışarıya suç organizasyonlarının yürütülmesini büyük ölçüde engellemiştir.
Kadının Hayatta Kalma Mücadelesi Meşru Müdafaa Sayılmadı: Vicdani Kanaat Eleştirisi
Ceza yargılamasında vicdani kanaat, zaman zaman adaletle halk vicdanı arasında bir uçurum yaratabiliyor. Özellikle uzun süre şiddete maruz kalmış bir kadının kendini koruma amacıyla gerçekleştirdiği eylemin, mahkemelerce meşru müdafaa kapsamında kabul edilmemesi, bu tartışmanın en çarpıcı örneklerinden birine dönüştü.
Olayın Özeti
Adana’da yaşayan ve uzun süre sistematik şiddete maruz kalan Ç.D., evli olduğu H.K. tarafından hem fiziksel şiddete uğramış hem de iddiaya göre defalarca fuhşa zorlanmıştı. Bu süreçte defalarca kolluk kuvvetlerine başvurduğu, uzaklaştırma kararları alındığı ve psikolojik destek aldığı da dosya kapsamında kayıtlara geçti.
Ancak yaşadığı tehditler ve şiddetin kesilmemesi üzerine, 2015 yılında Ç.D., evde birlikteyken eşi H.K.’yi ateşli silahla vurarak öldürdü. Olayın ardından gözaltına alınan ve tutuklanan Ç.D., yargılamada eylemini “hayatta kalmak için” yaptığını, “ya onu öldürecektim ya da o beni” ifadesiyle savundu.
Yargılama Süreci ve Tartışmalı Karar
Mahkeme, Ç.D.’nin eylemini meşru müdafaa kapsamında değerlendirmedi. Ancak sanığın şiddet geçmişi ve mağduriyeti dikkate alınarak, “kasten öldürme” suçundan verilen müebbet hapis cezası önce “haksız tahrik” ve “iyi hal” gerekçeleriyle 15 yıla, ardından da cezaevindeki tutumu nedeniyle daha da indirildi.
Bu karar kamuoyunda büyük tepki topladı. Kadın hakları savunucuları, eylemin meşru müdafaa kapsamında değerlendirilmemesini, kadına yönelik şiddet karşısında yargının duyarsız kalışı olarak yorumladı. Özellikle de, failin tekrar tekrar uzaklaştırma kararlarını ihlal ettiği, silahı temin ettiği ve kadının kolluk birimlerine defalarca başvurduğu halde korunamadığı vurgulandı.
Vicdani Kanaatin Sorgulandığı Bir Nokta
Bu davada, hâkimin kararında vicdani kanaatin nasıl şekillendiği sorusu kritik hale geldi. Sürekli şiddet gören, tehdit edilen ve hukuki yollarla sonuç alamayan bir kadının, bir gün eşi tarafından öldürülmemek için gerçekleştirdiği eylemin meşru müdafaa olarak kabul edilmemesi; vicdani kanaatin hukukla mı, yoksa kalıplaşmış yargılarla mı oluştuğunu sorgulatır hale getirdi.
Ayrıca, bu kararın CMK m. 25’teki meşru müdafaa düzenlemesiyle ve Anayasa m. 17‘deki yaşam hakkı korumasıyla ne ölçüde bağdaştığı da tartışma konusudur.