Terör Ve İfade Özgürlüğü
İlk soru şudur: Terör örgütünü öven bir paylaşım ifade özgürlüğü müdür?
Kural:
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’ne göre şiddeti, terörü, nefret söylemini veya silahlı isyanı teşvik eden ifadeler ifade özgürlüğünün koruması dışında kalabilir.
- Ancak herhangi bir siyasi eleştiri ile terör övgüsünü karıştırmamak gerekir.
Sınır şu iki kritere göre çizilir:
- İfade, doğrudan veya dolaylı biçimde şiddete çağrı yapıyor mu?
- İfade, terör eylemini haklı, meşru veya övgüye değer gösteriyor mu?
Bu iki unsur varsa:
- AİHM ve AYM hem cezai yaptırımı hem de disiplin yaptırımını meşru görebilir.
Beğeni Atmak Terör Övgüsü Sayılır mı? Bir “Like” Terörü Desteklemek Olarak Yorumlanabilir mi? Nasıl Sınır Çizilir?
Burada çok kritik bir ayrım vardır:
1) İçeriğin kendisi terörü övüyor olabilir.
- Ama kişinin eylemi yalnızca “beğenme” olabilir.
AİHM’e göre:
- “Beğeni”, “paylaşım” kadar güçlü bir davranış değildir.
- Bir beğeni, aktif yayma faaliyeti değildir.
- Bir beğeni doğrudan niyet beyanı sayılmaz.
Dolayısıyla bir kişinin bir gönderiyi beğenmesi, ancak:
- içerik açıkça terörü övüyorsa,
- kişinin profili herkese açıksa,
- kişinin kamusal etkisi varsa,
- geniş kitlelere ulaşma olasılığı mevcutsa
işverenin veya savcılığın müdahalesi değerlendirilebilir.
Ancak yine de:
“Beğeni = terör propagandası” otomatik değildir.
Her olayda bağlam, niyet ve etki analizi yapılır.

Ceza Hukuku Açısından Bir Beğeni “Terör Propagandası” Suçu Sayılır mı? Türk Hukukunda Sınır Nerede Başlar? AİHM Bunu Nasıl Denetler?
TMK / TCK bağlamı:
TCK m.7
TCK m.220/8 ve 314
TMK (Terörle Mücadele Kanunu) m.7/2
Bu hükümler, terör örgütünü öven veya meşru gösteren ifadeleri cezalandırabilir.
Ancak AİHM’in belirlediği standartlar:
- İfade şiddete çağrı içermeli ya da şiddeti meşru göstermeli.
- Sırf sert siyasi eleştiri, hükümeti suçlama, devlet politikalarını eleştirme suç değildir.
- Bağlam analizi zorunludur:
- Zaman
- Yer
- Hedef kitle
- Kamu güvenliği üzerinde gerçek bir risk
Bir beğeni, içerik özellikle silahlı şiddeti yüceltiyorsa,
ve özellikle kullanıcının niyeti bunu desteklemekse,
ve kitleleri etkileme kapasitesi varsa,
propaganda olarak değerlendirilebilir.
Ama tersi durumda AİHM ihlal kararı verir.
Uygulamada Avukat Olarak Nasıl Yorum Yapmalıyız? Somut Bir Terör Övgüsü Varsa Ne Deriz? Hangi Argümanlar Öne Çıkar?
Bir olayda gerçekten terörü öven bir içerik varsa, avukat şu şekilde yaklaşmalıdır:
1) Önce içeriğin niteliğini ayrıştırırız
- Terör eylemi övülüyor mu?
- Silahlı mücadele meşru gösteriliyor mu?
- Şiddete çağrı var mı?
2) Ardından çalışanın eylemini tanımlarız
- Paylaşım mı?
- Yorum mu?
- Retweet mi?
- Sadece beğeni mi?
3) Sonra etkiyi analiz ederiz
- Profil herkese açık mı?
- Çalışanın konumu nedir? (Öğretmen, polis, doktor, temizlik görevlisi, memur vs.)
- Erişim geniş mi?
4) En son orantılılık incelemesi yaparız
- Uyarı/faiz gibi hafif yaptırımlar varken neden fesih seçildi?
- İşveren bağlam analizini yapmış mı?
- İçerik ne kadar ulaşmış?
Gözel ve Özer – Türkiye davasında ne oldu?
Açık konuşalım.
Bu dosya, “terörle mücadele” adı altında basına otomatik ceza kesen bir sistemle, AİHM’in “dur, burada ifade özgürlüğünü eziyorsun” dediği bir çatışma.
İki başvurucu var:
- Aylin Gözel – İstanbul’da yayımlanan aylık Maya dergisinin sahibi ve yazı işleri müdürü.
- Aziz Özer – Yeni Dünya İçin Çağrı gazetesinin editörü, yazı işleri müdürü ve sahibi.
İkisinin ortak noktası:
Yasa dışı örgütlere ait metinleri veya bu örgütlerle bağlantılı görülen açıklamaları yayınladıkları için 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 6/2 maddesine dayanılarak para cezası ve süreli yayın yasağı ile karşı karşıya kalmaları.
Hangi yazılar yüzünden dergiler ve gazeteciler cezalandırıldı?
Maya dergisi (Gözel başvurusu – 43453/04)
- Şubat 2003 tarihli 11. sayıda,
- “Ortadoğu’da Yaklaşan Savaş Türkiye Burjuvazisini Tehdit Ediyor!” başlıklı bir makale yayımlanıyor.
- Aynı sayının 24. sayfasında yasadışı TKP/ML örgütünün merkez komitesi imzalı bir açıklama yer alıyor.
Bu açıklamada:
- 19 Aralık 2000’de cezaevlerine yapılan ve çok sayıda ölüme ve yaralanmaya neden olan operasyon
- Sonrasında başlayan ve ölüm oruçlarına dönüşen açlık grevleri
üzerine örgütün görüşleri aktarılıyor.
Cumhuriyet Savcısı, Gözel hakkında:
- Devletin bölünmez bütünlüğüne karşı propaganda (TMK 8/2 ve 8/4 – o dönemki hali),
- Yasadışı silahlı örgüt açıklamasını yayınlama (TMK 6/2–6/4, Basın Kanunu ek hükümleri)
gerekçesiyle dava açıyor.
İstanbul DGM ne yapıyor?
- “Bölünmez bütünlüğe karşı propaganda” yönünden beraat,
- Örgüt açıklamasını yayınlama yönünden 289 YTL para cezası ve
- Dergi için bir haftalık yayın yasağı veriyor.
Yargıtay onuyor, ceza ödeniyor, yayın yasağı uygulanıyor.
Yeni Dünya İçin Çağrı gazetesi (Özer başvurusu – 31098/05)
Haziran 2002 tarihli 6. sayıda:
- “15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi ve Türkiye’de Devrimci Hareket” başlıklı bir makale yayımlanıyor.
- 1970’lerdeki işçi eylemleri anlatılıyor.
- Sol hareketin rolü değerlendiriliyor.
- THKP/C, THKO, TKP/ML gibi örgütlerin, bu süreçten sonra ortaya çıkışı analiz ediliyor.
- Aynı sayının 17. sayfasında,
- Yasa dışı örgüt üyesi olmakla yargılanan sekiz tutuklunun imzasını taşıyan,
- “Halkımıza” başlıklı bir açıklama yayımlanıyor.
- Açıklamada, F tipi cezaevlerindeki koşullara karşı açlık grevine başladıkları,
grevi bitirdikleri ama direnişe devam edecekleri ifade ediliyor.
Savcı, Aziz Özer’i:
- “Yasadışı silahlı örgütün fikir ve açıklamalarını yayınlamak” (TMK 6/2–6/4) suçlamasıyla
yargılıyor.
İstanbul DGM:
- 218 YTL civarında para cezası veriyor.
- Basın Kanunu’na dayanarak gazetenin on beş gün süreyle kapatılmasına karar veriyor.
Yargıtay onuyor, para cezası daha sonra icra tehdidiyle tahsil ediliyor.
Türkiye’deki mahkemeler bu davalarda neden otomatik ceza verdi?
İki dosyada da mantık aynı:
- “Bu metinler terör örgütünün bildirisi veya açıklaması,
- O halde 3713 sayılı Kanun m.6/2 gereği otomatik ceza”
Ulusal mahkemeler, AİHM’in altını çizdiği birkaç kritik şeyi yapmıyor:
- Metnin içeriğini tek tek analiz etmiyor.
- Metnin yayınlandığı bağlamı tartmıyor.
- Yazıların şiddete açık çağrı içerip içermediğini irdelemiyor.
- “Bu yayın, gerçekten kamu düzeni açısından acil bir tehlike oluşturuyor mu?” sorusuna girmiyor.
Kısacası, “terör örgütü” etiketi gördükleri anda cezayı kesen, otomatik bir mantık çalışıyor.
AİHM bu davada ifade özgürlüğü hakkında ne söyledi?
Bu dosyanın çekirdeği AİHS m.10.
Mahkeme önce klasik üçlü testi yapıyor:
- Müdahale var mı?
- Kanunla öngörülmüş ve meşru amaçlara yönelik mi?
- “Demokratik bir toplumda gerekli” ve orantılı mı?
İlk iki basamakta Türkiye’ye bir şey söylemiyor:
- TMK 6/2–6/4 ve Basın Kanunu’na dayanılması,
- Ulusal güvenlik, kamu düzeni ve suçun önlenmesi gibi amaçlar
“kâğıt üzerinde” meşru görülüyor.
Asıl kırılma noktası 3. aşamada:
Bu kadar ağır sınırlama gerçekten zorunlu mı ve orantılı mı?
AİHM’e göre bu davada asıl sorun neydi?
Mahkeme diyor ki özetle:
- Sırf yazının altında yasadışı örgüt imzası var diye
otomatik mahkûmiyet verilemez. - Hakim, metne bakacak:
- Şiddete açık çağrı var mı?
- Silahlı direniş, kanlı intikam, terör eylemi övgüsü var mı?
- Hedef gösterme, nefret söylemi var mı?
- Yoksa bu metin, kamuoyunun tartışması gereken bir konuda bilgi ve görüş mü içeriyor?
Gözel ve Özer dosyasında AİHM şunu tespit ediyor:
- Metinler şiddet çağrısı yapmıyor.
- Terör eylemlerini savunmuyor.
- Bilgilendirme / politik eleştiri ağırlıklı.
Yani AİHM’e göre:
Bu yazılar rahatsız edici olabilir, sert olabilir,
devletin politikalarını ağır eleştirebilir;
ama bunları cezalandırmak, ifade özgürlüğünün özünü zedeliyor.

Incal/Türkiye Kararı Neden Önemli Bir Emsal?
Günlük hayatta bir bildiri hazırlarken, sosyal medyada sert bir eleştiri yaparken çoğu kişi “En fazla tepki alırım.” diye düşünür. Oysa İncal/Türkiye davası, siyasi nitelikli sert bir eleştirinin bile hangi sınırlar içinde korunacağını, ne zaman cezalandırmanın ölçüsüz hale geleceğini gösteren temel içtihatlardan biridir.
Bu karar, “rahatsız edici görüş” ile “şiddete çağrı” arasındaki çizginin nasıl çizileceğini anlatır.
Olay Nasıl Başladı? İncal Kimdi?
Av. İbrahim İncal, o dönem TBMM’de temsil edilen HEP’in İzmir il yönetiminde yer alan bir avukattı.
Parti, İzmir’deki gecekondu yıkımları ve seyyar satıcılara yönelik müdahaleleri, Kürt nüfusa karşı ayrımcı bir politika olarak değerlendiriyor ve bu konuda sert bir bildiri hazırlıyordu.
Bu bildiride:
- Devlet politikaları “özel savaş” olarak tanımlanıyor,
- Şehirlerin “Kürtlerden arındırıldığı” ileri sürülüyor,
- Halk “mahalle komisyonları kurmaya” çağrılıyordu.
Parti bildiriyi dağıtmadan önce valiliğe bilgi verdi.
Polis metni “bölücü ve kışkırtıcı” buldu ve bildirilerin tamamına el koydu.
İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı, TCK m.312 uyarınca İncal ve diğer parti yöneticileri hakkında dava açtı.
Ulusal Mahkemelerin Yaklaşımı Nasıldı?
Devlet Güvenlik Mahkemesi:
- Metni “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” kabul etti,
- Mahalle komisyonları çağrısını “yasadışı direnişi örgütleme” olarak yorumladı,
- İncal’ı 6 ay 20 gün hapis ve para cezasına mahkûm etti,
- Bu mahkûmiyetle birlikte kamu hizmeti, siyasi faaliyet ve sendikal faaliyetlerden men gibi ağır sonuçlar doğdu.
Yargıtay, duruşma açmadan kararı onadı.
AİHM Bildiriyi Nasıl Değerlendirdi?
AİHM bildirinin dilinin sert olduğunu kabul etti.
Ancak şu tespitleri yaptı:
- Metinde açık bir şiddet çağrısı yok.
- Silahlı mücadele övgüsü yok.
- Halkı fiilen saldırıya yönlendiren bir ifade yok.
- Kullanılan sert ifadeler, siyasi eleştiri niteliğinde.
Mahkemeye göre, demokratik toplumda siyasal tartışma alanı geniştir ve rahatsız edici fikirler bile koruma altındadır.
Bu nedenle bildirinin cezalandırılmasını demokratik toplumda gerekli bulmadı.
Neden Ölçüsüz Bir Müdahale Sayıldı?
AİHM şu noktaların altını çizdi:
- Bir siyasi bildiri nedeniyle hapis cezası verilmesi demokratik toplumda en ağır müdahalelerden biridir.
- Kamu hizmetinden ve siyasi partilerden men gibi yan sonuçlar ifade özgürlüğünü bastırıcı nitelikteydi.
- Ceza, amaca göre ağır ve caydırıcı değil, yıldırıcı bir etki yaratıyordu.
Bu sebeplerle Mahkeme, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetti.
Mahkemenin Tarafsızlığı Neden Sorgulandı?
Dosyaya bakan İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi üç kişilik bir heyetten oluşuyordu ve bu heyetin bir üyesi askeri hâkimdi.
AİHM’e göre:
- Askeri hâkim hâlâ ordu hiyerarşisi içinde bulunuyordu,
- Terfi ve sicil sistemi askeri makamlara bağlıydı,
- Bu yapı objektif olarak tarafsızlık konusunda ciddi kuşku uyandırıyordu.
Sonuç olarak bağımsız ve tarafsız mahkeme hakkı da ihlal edildi.
Bu Kararın Bugüne Etkisi Ne?
İncal/Türkiye kararı özellikle şu alanlarda temel içtihat haline gelmiştir:
- Devletin eleştirilmesine yönelik cezai yaptırımlar
- Siyasi partilerin muhalefet özgürlüğü
- Şiddet çağrısı ile siyasi eleştirinin ayrımı
- DGM’lerin yapısal tarafsızlık sorunları
- İfade özgürlüğünde ölçülülük testi
AİHM bu kararla şunu net biçimde ortaya koymuştur:
“Sert ve rahatsız edici siyasi eleştiriler cezalandırılmadıkça demokrasi işler;
cezalandırılmaya başlandığı anda demokrasi tıkanır.”
İfade Özgürlüğü – Terör Propagandası Ayrımında Benim Hukuki Görüşüm
AİHM’in incelediğimiz kararları, devletin terörle mücadelede geniş bir takdir alanına sahip olduğunu, ancak bu alanın ancak somut şiddet çağrısı, açık bir yönlendirme, tehlike yaratma kapasitesi bulunduğunda daraldığını gösteriyor. Benim kanaatim, terör yanlısı yapılanmaların yalnızca kamuya açık söylemleriyle değil, aynı zamanda kendi iç çevrelerinde hız kesmeden sürdürdükleri şiddet yanlısı tutumlarla da değerlendirilmesi gerektiği yönündedir. Bu gruplar, kapalı devre iletişimlerinde son derece açık şiddet çağrıları yaparken, kamuya açık alanda “hukuki filtreden geçirilmiş”, daha yumuşatılmış, daha “meşru” görünümlü söylemler üretmeyi de bir yöntem olarak benimsemektedir.
Dolayısıyla tek bir açıklamaya bakılarak “şiddet çağrısı yoktur” sonucuna ulaşmak, kimi durumlarda örgütsel stratejiyi gözden kaçırma riskini beraberinde getirir. Zira bazı dosyalarda görüldüğü üzere, başvurucular “biz sadece eleştiri yaptık, çağrı yapmadık” savunmasıyla AİHM önüne gelmekte; ancak bu savunma, örgüt faaliyetinin bütünü ortaya konulamadığı için güç kazanmaktadır.
Bu noktada asıl görev, soruşturmayı yürüten makamlar üzerindedir. Savcılıkların, somut olaydaki tekil ifadeyi değil, örgütün bütünsel söylem stratejisini, geçmiş açıklamalarını, yaptığı çağrıları, eylem talimatlarını ve kullanılan dilin sürekliliğini iddianamede bir arada sunması gerekir. Böylece, tartışılan ifadenin “soyut bir eleştiri” değil; örgütsel faaliyetin devamı niteliğinde ve şiddeti meşrulaştırma potansiyeli taşıyan bir propaganda olduğunu gösterebilirler.
Aksi halde, parçalı ve kopuk değerlendirmeler üzerinden yürütülen yargılamalar AİHM standardını geçememekte ve ortaya çıkan boşluk, başvurucuların ifade özgürlüğü kalkanına sığınarak “biz çağrı yapmadık” savunmasını güçlendirmektedir. Bu nedenle, bir açıklamanın hangi bağlamda, hangi süreklilik içinde, nasıl bir örgütsel stratejiye hizmet ettiği somut delillerle ortaya konulmadıkça, müdahalenin demokratik toplumda gerekli olduğunu ispatlamak mümkün olmayacaktır.
Bu yaklaşım hem AİHM’nin yerleşik içtihadıyla hem de ifade özgürlüğü–güvenlik dengesi bakımından hukukun beklentileriyle uyumludur.
















